Dünyada 1 Mayıs… 

19. yy. işçi ve emekçi sınıfın çalışma şartlarının en kötü olduğu ve özelikle çocuk işçilerin ve kadınların karın tokluğuna günde 16 saate kadar çalıştığı bir yüzyıldı.  İşyeri güvenliği, örgütlenme ve grev gibi haklar; işverenlerin açgözlülüğü ve devletlerin siyasi ve hukuki olarak sermayenin yanında oluşu karşısında hiçbir karşılık bulmuyordu.

Yüz binlerce işçi, emekçi ve onların temsilcileri ile örgütler, siyasi iradeye karşı gelerek eylemler yaptılar. Bunlardan biri de ABD’nin Şikago kentinde 40 bin tekstil işçisinin gerçekleştirdiği eylemdi. Bu eylem kanla bastırıldı, grev yapan işçilere ateş açıldı ve dört işçi yaşamını yitirdi. 

Ölümler mücadeleyi durdurmak yerine bilakis daha büyük katılımlara ve eylemlere kucak açtı. Devam eden günlerde mücadele ABD’den sonra Kanada’ya sıçradı ve işçileri temsil eden örgütler ve sendikaların çağrısı ile 1 Mayıs 1886’da yarım milyona yakın işçi greve çıktı.

Hükûmetler ve işverenler, üretimi durdurma noktasına getiren ve güçlerini üretimin en önemli ayağı olmaktan alan milyonlarca emekçinin eylemleri karşısında hem öfkeli hem de çaresizdiler. 1 Mayıs’taki bu grevlerden sonra baskılar arttı, ayaklanma olarak nitelendirilen bu eylemler sonucu üstünlerin hukukunu uygulayan yargıçlar tarafından sekiz işçi hakkında idam cezası verildi. Dört işçi önderi Albert Persons, Adolph Fischer, George Engel ve August Spies, 1 Mayıs 1886’da ayaklanma ve greve önderlik yaptıkları için idam edildi. Albert Persons isimli işçi, özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine;

"Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım." diyerek idam cezasından affını istemedi ve tarih Albert Persons’ı; devlet-sermaye iş birliği karşısında emeğin zaferini, boyun eğerek yaşamak karşında onurlu ölümün unutulmaz kahramanını altın harflerle yazdı. 

Türkiye’de 1 Mayıs…

1909 ile1920 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ile sonrasında Osmanlı hükûmeti dönemi ve İşgal Kuvvetlerinin etkin olduğu dönemde 1 Mayıs çeşitli müdahalelere rağmen kutlanmıştır. İlk kutlama 1909 yılında Selanik’te olmuştur.  Sendika, örgütlenme ve grev hakkı, makul çalışma saatleri gibi talepler 1 Mayıslarda dile getirilmiş ve 1 Mayıs, 1923’te yasal olarak “İşçi Bayramı” ilan edilmiştir. 1925 yılında çıkarılan Takrîr-i Sükûn Kanunu sonrasında tekrar yasaklanmış, 1935 yılında "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun” ile "Bahar ve Çiçek Bayramı" olarak genel tatil günlerinden biri olmuştur. 1960 yılında ise Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu’nun kabul tarihi olan 24 Temmuz, 1 Mayıs’a alternatif olarak bayram kabul edildi. 

1968 gençlik hareketinin ve liderlerinin mücadelesinin odağında yine emek sınıfının hakları vardır. Sendikalar, örgütler, 68 kuşağının en hararetli gençlik liderleri, 1 Mayıslarda, emek sınıfının haklarını dile getirmeye devam ettiler. Bu hareketin öncülerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırma suçundan suçlu bulundular ve idam cezasına çarptırıldılar. İdamlar 1 Mayıs kutlamalarından beş gün sonra 6 Mayıs 1972 de infaz edildi.

Denizlerin idamından sonra her yıl Taksim Meydanı, yüz binlerin katıldığı görkemli kutlamalara ev sahipliği yaptı. 1 Mayıs 1977’ye gelindiğinde Taksim Meydanı iğne atılsa yere düşmeyecek bir kalabalığa ev sahipliği yapacak ve 500 bine yakın kadın, çocuk, genç insan; akın akın meydanı dolduracaktı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasından bir süre sonra çevredeki binalardan hatta bir otelden halkın üzerine ateş açıldı. Yaşanan paniğin ardından 37 insan yaşamını yitirdi ve 100’den fazla insan yaralandı. Meydan birkaç dakika içinde can pazarına dönmüştü. İnsanlar kaçarken panzerlerin altında paramparça olmuştu. Sendikalar, İşçi Örgütleri, sol sosyalist partiler; katliamın arkasında Türkiye’de darbe yaptırmak isteyen Amerika’nın parmağı olduğunu dile getirirken CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit kontrgerillayı işaret edecek ve dönemin cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e gidip bu düşüncesini paylaşacaktı. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel ise bu iddiaların tamamını reddedecekti. Ne yazık ki bu katliamın failleri bulunamadı ve hedeflenen amaç hasıl oldu. 1980 darbesine giden yolların taşları döşendi, sağ-sol çatışması ve sokak çatışmaları darbeci generallere “Türkiye’nin toplumsal huzuru ve güvenliğini tesis etmek için” aradıkları makul gerekçeyi vermiş olacaktı.

1981’de darbe hükûmeti; bahar bayramı olan, resmî tatil günü olan 1 Mayıs’ı çalışma günü olarak açıkladı. O günden sonra İstanbul Taksim, Kadıköy ve diğer ilçelerinde tatil ve bayram olmayan 1 Mayıs kutlanmaya devam etti. 2009 yılına gelindiğinde AK Parti hükûmeti tarafından verilen önergeden sonra tekrar 1 Mayıs resmî tatil ve bayram olarak ilan edildi. 2010 yılında Taksim Meydanı tekrar yüz binlerce katılımcıyla o güne kadar hayatını kaybedenlerinde anıldığı görkemli kutlamaya şahitlik etti.

2013’ten itibaren Taksim Meydanı bazen inşaat çalışmaları ve yoğun trafik nedeniyle tamamen bazen de sınırlı olarak 1 Mayıs kutlamalarına kapatıldı. DİSK VE KESK bu sınırlandırmaya ilişkin AYM’ye başvuru yaptı. AYM, toplu yürüyüş ve gösteri hakkı yönünden hak ihlali kararı verdi ve karar 15.12.2023 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlandı. AYM kararında, "İşçi ve sendika kültürünün yapı taşlarından olan Taksim Meydanı yalnızca 1 Mayıs günü orada olanların dayanışmasının değil, aynı zamanda emekçilerin ortak hafızasının varlığını göstermektedir. Bu durumda kendisini o kültürün parçası olarak gören her kişinin 1 Mayıs günlerinde Taksim Meydanı’nın ifade ettiği anlamı doğrudan tecrübe etmek ve edindiği tecrübeyi kuşaklar boyunca aktarmak için burada bulunma hakkı vardır. 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı ile özdeşleşmesi nedeniyle, anılan meydanın sınırlanması aktarılmak istenen düşüncenin de sınırlanmasına neden olmaktadır.” denildi.

Güvenlik ve özgürlük dengesinde dönem dönem bu denge güvenlikten yana olmak zorunda olsa da ben bir hukukçu olarak DİSK VE KESK’in başvurusunu değerlendiren ve kabul eden AYM kararını doğru buluyorum. Mekânlar sessiz anlatıcılardır. Sadece “orada olduğunuzda” acının, sevincin ve nice tarifsiz duygunun tamamını iliklerinize kadar hissedersiniz.

Benim 1 Mayıs’ım…

Bizim neslimizin çoğunun doğum tarihleri annelerin hafızalarında kaldığı kadarıyladır.  Anneler diyorum çünkü babalar çoğunlukla hiçbir şekilde hatırlamaz, anneler ise işte "sobalar kalktığında", “harmanın başında” gibi beyin yakan tarihler verirler. Kardeşlerimin arasında ben hariç hepsinin doğum tarihleri böyle iken benimki “Deniz Gezmişlerin i idamından önceki 1 Mayıs” olarak aile tarihimizin hafızasında berrak şekilde yer almıştır.

Daha kırkım çıkmadan annemin böbrekleri nedeniyle acilen ameliyat edilmesi gerekir. Ağrı’da hastane, doktor, ameliyathane yetersizliği nedeniyle annemin Erzurum’a götürülmesi, doğum tarihimdeki şansımı tersyüz edecektir. Tedavi uzun sürecektir. O zamanın şartlarında ulaşım zordur ve Erzurum-Ağrı arası gidip dönmenin mümkün olmayacağı kar kış araya girecek, annem gelinceye kadar kardeşlerim ile benim aile içinde bakılmamız gerekecektir. Erkek beklenirken üçüncü kız oluşum, anne sütü ihtiyacım, aşırı bakımsız kalmış olmam, bakımları bana kıyasla daha kolay olan abim ve ablalarıma göre ayrıca da pek çirkince bir bebek oluşum (bu sadece bir iddia); aile içinden bakımım konusunda talebi azaltmıştır.   

Üç kardeşimin bakımını amcalar üstlenirken beni erkek evlat doğuramadığı için üzerine kuma gelen ve babaevine geri dönen halam alır. Halam şefkati sınırsız ve kötülükten bihaber, saf bir insandı. ‘Nasıl olsa çok yaşamaz.’ denilerek gözden çıkarılan bir bebeği anne sütü dışında hiçbir şey kurtaramaz, diye düşünür ve yollara düşer. Kapı kapı dolaşır, her gün başka bir köye her gider ve gittiği köyde çeşme başına oturur; su almaya gelen kadınlardan bebeği olan, sütü olan ne kadar anne varsa onlardan beni emzirmelerini ister. Böylece annem gelinceye kadar altı ay boyunca yüzlerce sütannem olur ve bu vesileyle Ağrı’nın yarısı da süt kardeşim…

Halam ben küçükken rahmetli oldu. Ondan ve çevremden isimlerini öğrenebildiğim sütannelerimi hiç unutmadım, her memlekete gittiğimde öptüğüm nasırlı elleri içimi acıtmaya devam ediyor. Haklarını ödemem mümkün değil. Bana bir hayat verdiler, karşılık beklemeden... Onların bir çocuğa karşılıksız sevgilerinin şahidi olan halamla birlikte hepsi rahmetli oldu ve bir gün muhakkak hepsiyle cennetin kapısında buluşabilmenin gayreti içinde olmaya devam ediyorum. Sütlerine ortak olduğum kardeşlerim ve onların kardeşleri olan kardeşlerim ile hâlâ görüşüyorum.

Cahit Zarifoğlu’nun dediği gibi;

Kuşlar bile ‘kader’le uçar…
Velhasıl evvela ‘kısmet’,
Evvela ‘kader’…

Sekiz aylık ömürde kader ve kısmetten başka ne olabilir ki?..