40 yıl sırtında odun taşıyan şair

Türk kadınının, evlendiği erkeğin soyadını alması maziye karıştı. İsimlerle ilgili değişiklik kanununu kolaylaştıran Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Türk kadınıyla ilgili aldığı bu kararla kadına verdiği değeri bir kez daha ortaya koydu. Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz yıl Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesindeki “Kadın evlenmekle kocasının soyadını alır.” hükmünü eşitliğe aykırı bularak iptal etmişti.

‘BİZİM YUNUS’

Peki, “Bizim Yunus” nasıl Yunus Eme oldu? 1300’lü yıllarda yaşayan büyük derviş Yunus’un, dergâhta Emre soyadını aldığı konusunda resmî belge olmasa da evlenip evlenmediği de bilinmemektedir. Şeyh Tapduk Emre, Yunus’u o kadar benimsemiş ki hep ona “Bizim Yunus” diye seslenirmiş. Yoksul Yunus, dergâha 40 yıl odun taşımış. Getirdiği odunların hiçbiri de eğri büğrü değilmiş.

Sivrihisar’a bağlı Sarıköy adında bir köy vardı. Burada Yunus adında genç bir adam yaşardı. Tapduk Emre adında bir yol göstericinin kapısına sığınmıştı. Başka insanlar da vardı burada. Tapduk Emre, Yunus’u, dağdan odun getirmekle görevlendirmişti.

Yunus her gün dağa gidip odun getirirdi. Bunlar, öyle odunlardı ki oklava gibi dümdüzdü. “Niçin hep düzdün odun getiriyorsun, ormanda hiç eğri odun yok mu?” diye soranlara, “Tapduk’un kapısına eğri odun yaraşmaz.” karşılığını verirdi.

Bir yıl değil, beş yıl değil, yoksul Yunus tam 40 yıl, her gün dağdan odun taşıdı. Durumundan da kimseye yakınmadı.

ARTIK DERGÂHA ODUN TAŞIMA YUNUS!

Bir gün Tapduk Emre Yunus’a, “Artık aradığını buldun. Çilen doldu, tamam oldu. Bundan böyle bu kapıya odun getirmen gerekmez.” dedi.

Yunus, pirinin elini öpüp sırtında aba, ayaklarında çarık, omzunda çıkını ve elinde sopasıyla yollara düştü. Dağlara, taşlara, uçan kuşlara, tarlalarda çalışan insanlara, atlarının üstünde kurumlu kurumlu giden eli kanlı beylere şiirler söyleyerek yıllarca dolaştı. Yolu bir gün Konya’ya düştü. Büyük şair ve bilgin Mevlana’nın yanına varıp elini öptü.

Mevlana kendisine, yeni yazdığı altı ciltlik Mesnevi adlı kitabını gösterdi. Yunus kitaba baktı, karıştırdı ve şöyle dedi:

“Uzun yazmışsın. Ben olsam, ‘Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm.’ derdim, olur biterdi.”

İKİ GÜNEŞ BİR ARADA BARINMAZ

Yunus bütün Anadolu, Suriye ve Azerbaycan’ı içine alan uzun yolculuğundan dönünce gene Tapduk Emre’nin yanına vardı. Tapduk Baba artık iyice yaşlanmıştı. İki gözü görmez olmuştu. Yunus’a, “Yunus’um.” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “İki güneş bir arada barınmaz. Şimdi bir ok atacağım. Bu oku ara, onu nerede bulursan orada yerleş ve kal.”

Ok vınlayarak bulutların arasında kaybolup gitti. Yunus, tam beş yıl bu oku aradı. Sonunda doğduğu Sarıköy’de buldu. Oraya yerleşti ve orada öldü. Şimdi mezarı Sarıköy’dedir.

Yunus Emre, Türk edebiyatının en büyük şairlerinden birisidir. O zamanki Türk aydınları Türk dilini hor görüyor, Arapça, Farsça yazmayı üstünlük sayıyorlardı. Yunus Emre ise halkın konuştuğu Türkçeyi şiir dili yaptı. Üstün şairlik yeteneği ile dilimizi içlere işleyen, akıcı ve sıcak bir ses hâline getirdi.

ÖZLÜ SÖZLERİ

Az söz erin yüküdür, çok söz hayvan yüküdür.

Ya elim al kaldır beni ya vasılına erdir beni. Çok ağlattın güldür beni. Gel gör beni aşk neyledi.

Nefistir seni yolda koyan, yolda kalır nefse uyan.

Sabır saadeti ebedi kalır, sabır kimde ise o nasip alır.

Üç şeyi doğru seç! Eşini, işini, arkadaşını.

Maharet güzeli görebilmektir, sevmenin sırrına erebilmektir.

Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi vardır.