Dünya 470 gün, canlı yayında, bir soykırım izledi. Terör devleti İsrail, sivil erkekleri, kadınları ve özellikle çocukları hedef aldı. Doğmamış olanları da dâhil olmak üzere bebekleri öldürdü. Aç ve susuz bırakmayı ve soğuğu silah olarak kullandı. Tam tanımıyla ve tam adıyla ‘soykırım’dı.
Açığa çıkanlar
470 gün sonra İsrail, bütün vahşetiyle ve vahşi emellerini besleyen sözde kutsallarıyla çıplak kaldı. 20 yıldır açık hava hapishanesi olarak tuttuğu Gazze’yi ele geçiremedi. Gazzelileri teslim alamadı. Hamas’ın direnişini kıramadı.
Gazzeliler bomba yağarken dahi topraklarından ayrılmazken 100 bin İsraillinin korkuyla ‘Demir Kubbe’nin altından kaçtıkları, İsrail’i terk ettikleri ortaya çıktı.
Batı, ahlaki hiçbir değeri olmayan bir terör devletini desteklediğini gördü. İsrail’in dünyayı, ‘Yahudiler ve insan görünüşlü ucubeler’ olarak ikiye ayırdığının farkına vardı.
Dünyada küresel bir sistemin olmadığı ortaya çıktı. BM’nin içinin boş olduğu anlaşıldı. BM Güvenlik Konseyinin kartondan olduğu görüldü.
Hizbullah açığa düştü, İran boşta kaldı. İslam İşbirliği Teşkilatının göstermelik olduğuna şahitlik edildi. Müslümanların dünyayla sarmaş dolaş yaşadıkları anlaşıldı.
“Gazze mi işgal altında yoksa geri kalan dünya mı?” sorusu cevaplanamadı.
‘Gazze’nin zaferi’ demeye hakkımız var mı?
Çok ağır, çok sarsıcı, çok zor günlerden geçti Gazze. Ölen masum çocukların sayısını yazmaya elim gitmiyor. O da zaten tahmini rakam. Öksüz, yetim kalanlar, sakatlananlar, travmasıyla büyüyenler ayrı.
Evet, Gazze yerle bir olsa da yok olmadı. Evet, Gazzeliler ayaktalar. Bunca tarumar yaşanırken, onların katlandıklarıyla, bizim yaptıklarımızı kıyaslayalım. Gazze için üzüldük. Ancak geriye dönüp 470 güne bakalım ve soralım; elimizden gelen gerçekten bu kadar mıydı?
Acı her yanı sarmışken, yıkım bu kadar büyükken adını koymak için öne atılmaya, “İşte zafer!” demeye gönlüm izin vermiyor. “Gazze’nin zaferi” demek doğru olsa bile bunu dile getirmeyi kendime hak görmüyorum. Duygumun tamamını anlatabileceğimi de sanmıyorum.
Gazzeliler adını ‘zafer’ koyabilirler. Ya da başka bir isim bulabilirler. Bu, onların hakkı.
Bundan sonrası
İsrail, dünyaya aldırmıyor, kutsallık kisvesi giydirdiği soykırıma devam ediyordu. Kabinesinde ateşkese “korkunç” diyen terörist bakanları vardı.
Rehineleri bulup getiremiyor, iç kamuoyunu yatıştıramıyordu. ABD’deki seçim, dengeleri değiştirdi. Başkanlık devir teslimi, ateşkesi sahiplenmek üzerinden yapılacaktı. Giden ‘yetersiz başkan’ suç ortaklığını hafifleterek gitmeye çabalıyordu. Gelen ‘ilkesiz başkan’, ‘dünyaya barış getiren lider’ cakasıyla koltuğuna oturmak istiyordu.
İsrail, son dakikaya kadar cinayet işlemeye devam etse de ateşkes yapıldı.
İlk aşamadayız. İsrail Gazze'nin belirli bölgelerinden çekilmeye başlayacak, esir takası gerçekleşecek. İnsani yardımlara izin verilecek.
İkinci, üçüncü aşamaya geçilir mi? Ateşkes kalıcı olur mu? Bilmiyoruz. Ateşkes, stratejik bir adım mıydı? Rehineleri kurtarmanın, iç kamuoyunu yatıştırmanın bir yolu muydu? Emin değiliz.
Nesine güveneceğiz İsrail’in? 77 yıllık tarihini biliyoruz. O yetmiyorsa en yeni örneği verelim. İsrail, Lübnan’la yaptığı anlaşmayı dün itibarıyla tam 48 kez ihlal etmiş.
Bu kadar çocuk öldürmüş bir katil, kendisine “yalancı” denilmesinden utanır mı? Utanır da geri durur mu?