63 yıl önce bugün

63 yıl önce bugün, 15 Ekim 1961 bir seçim günü.

1960 askerî darbesinden bir yıl, darbeyle devrilen Demokrat Parti hükûmetinin iki bakanı ve başbakanı Adnan Menderes’in idamından bir ay sonra yapılan seçimin tarihi.

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra sivillerin yargılandığı mahkemelerin dökümü bir hayli uzundur, epeyce hüzünlüdür ve finali çok acıdır.

Yassıada mahkemelerinin heyetinin oluşturulmasından başlayarak mesnetsiz suçlamalara, ince ince aşağılamalara, türlü çeşitli işkencelere, ağır zulümlere ve verilen haksız kararlara kadar bütün süreç, zincirlerinden boşanmış bir kötülükler tarihidir.

Gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Demokratik bir seçime bir ay kala, darbenin uyduruk mahkemesinin verdiği kararın infazı için kurulan üç darağacı!

Tek başına bile fazlasıyla ürkütücü bir tablo değil mi?

Önce referandum sonra seçim

Zamanı biraz geri saralım. 27 Mayıs darbecileri, kesintiye uğrattıkları demokratik hayata geri dönüş hazırlıklarına başlamışlardı. İlk adım, yeni bir anayasa hazırlığı idi. Hukukçu akademisyenlere yazdırılan yeni anayasa, halkın onayına sunuldu. Darbecilerin beklentisi, alkışlarla kabul edileceği yönünde idi.  

9 Temmuz 1961’de yapılan referandumda, anayasa, yüzde 61.4 oyla kabul edildi. Darbecilere göre, destek yeterince coşkulu değildi. Yüzde 38,6 oranındaki ‘hayır’ oyu, kaşların çatılmasına sebep oldu.

Tamamını darbecilerin oluşturduğu ‘Kurucu Meclis’, 21 Temmuz 1961’de toplandı. Seçimlerin 15 Ekim 1961’de yapılmasını kararlaştırdı. Âdeta referandumda yaptığı hatayı(!) düzeltmesi için halka bir fırsat tanınmıştı. Seçim hazırlıkları başladı.

Millî Birlik Komitesi, seçimlerden önce siyasi parti başkanları ile “yuvarlak masa konferansı” adı altında bir dizi görüşme yaptı ve siyasi partilerden belli sınırlamalara uyma sözü aldı. 

- İhtilali eleştirmek yasaktı.

- Eski DP iktidarını övmek yasaktı.

- Yassıada kararlarını tartışmak yasaktı.

- Dış politika konularının gündeme getirilmesi yasaktı.

Üç darağacı

Eylül ayına gelindiğinde Yassıada Mahkemesi, 15 siyasinin idamına karar verdi. Millî Birlik Komitesi, üç kişinin idamını onayladı. “Böyle olur darbecinin seçim kampanyası.” dedirtecek türdendi. Üstelik sayı, şimdilik üçte kalmıştı. İdamların arkasının gelip gelmeyeceği belli değildi.

Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, 15 Eylül’de idam edildi. Başbakan Adnan Menderes’in idamının infazı, 17 Eylül’e kaldı.  

Seçim hazırlıkları son aşamadaydı. 20 Eylül’de partiler aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na verdi. Darağaçları kaldırılmadan seçim sandıkları kurulmuştu.

Ve seçim

Seçime dört parti katıldı. CHP ve CKMP, darbe öncesinde var olan partilerdi. Demokrat Parti’nin mirasçısı olma iddiasında iki yeni parti kurulmuştu: Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi.

Seçim sakin geçti. Katılım oranı yüzde 81,4 idi. CHP 173, AP 158, CKMP 54, YTP 65 milletvekili çıkardı.  

Seçim sonuçları CHP açısından tam bir hayal kırıklığı olmuş, 1957 seçimlerine göre oy kaybetmişti. O seçimdeki oyu yüzde 41,4 olan CHP, 15 Ekim 1961’de darbecilerin desteğine rağmen yüzde 36,7’lik oy alabilmişti.

Oyların (yüzde 34.8+yüzde13.8) yüzde 48.6’sını yeni kurulan ve Demokrat Parti’nin devamı sayılan iki parti almıştı.

Sindiği ve artık askerler ne diyorsa onu yapacağı düşünülen halk, öyle olmadığını göstermiş, yapılanlara kendince direnmiş, “Ben buradayım.” demişti.

Cumhuriyeti kurucu ayarlarına döndürdüklerini, hukuken olmasa da fiilen tek parti dönemini yeniden başlattıklarını zanneden darbecilerin payına düşen derin bir hayal kırıklığıydı.    

**

Seçim sonrası

Seçim sonuçları alınır alınmaz Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB) 17 Ekim’de Ankara’da, 19 Ekim’de İstanbul’da toplandı. SKB üyeleri millî iradenin tam olarak gerçekleşmediğini düşünüyorlardı. Bir şeyler yapılmalıydı!

Silahlı Kuvvetler Birliği’ne mensup 10 general ve amiral ile 28 albay, 21 Ekim 1961’de Yıldız’daki Harp Akademisi’nde bir toplantı daha gerçekleştirdi.

Toplantıda, meclis açılmadan en geç 25 Ekim’e kadar askerî müdahale kararı alındı. Tarihe “21 Ekim Protokolü” olarak geçen kararlarda, iktidarı milletin ‘hakiki’ temsilcilerine bırakmaktan söz ediliyordu. ‘Milletin hakiki temsilcisi’ olarak kodlanan ise CHP’den başkası değildi.

23 Ekim 1961’de Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, kuvvet komutanlarını topladı.  Sunay, toplantıda 21 Ekim Protokolü’nü doğru bulmadığını açıkça ifade etti. İsmet İnönü’nün de bu tür hareketlere sıcak bakmadığı biliniyordu. 

Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün girişimleriyle yeni darbe girişimi engellendi.

 

Ordu kıpır kıpır

Buna rağmen ordudaki kıpırdanmalar devam etti. Cunta faaliyetlerinin ardı arkası kesilmedi. Albay Talat Aydemir iki kez darbe yapmayı deneyecek, ilkinde affedilecek, ikinci girişiminden sonra idam edilecekti.

Adnan Menderes’in idam sehpasındaki fotoğrafı özellikle çekilecek ve her fırsatta yayınlanacaktı. Darbeci Albay Talat Aydemir’in idam fotoğrafı ise özellikle çekilmeyecek,  kamuoyunun görsel belleğine girmesine izin verilmeyecekti.

Darbeci bir askerin idam fotoğrafının olmaması, askerin darbe hakkının saklı olduğunun bir işareti sayılabilirdi. Menderes’in idamlık fotoğrafı, sivillere dönük bir sindirme, gözdağı ve tehdit olarak hep kullanıldı.

15 Ekim’i hatırlamanın anlamı

Bugünü yorumlarken de yarına bakarken de tarihi olayları hatırlamak iyidir ve hatta gereklidir. Bir sebebi olmadan da dönüp tarihimize bakmalıyız.

Kaldı ki 1961 yılı tarih bile sayılmaz. Daha dün. Tam da burada Oğuz Atay’ı analım. Atay, “Tarihimiz ikiye ayrılır; yakın tarihimiz, uzak tarihimiz.” diyordu ve devam ediyordu: “Bize en uzak olan da yakın tarihimizdir...”

Yakın tarihimize eğildiğimizde demokrasi yolunda nasıl da minik adımlarla yürüdüğümüzü ve büyük bedeller ödediğimizi görürüz.

Bugünlerde, 15 Ekim 1961’in öncesinde ve sonrasında olan biteni hatırlamak için iki özel sebebimiz var.

1. Teğmenlerin mezuniyet töreninde kılıç şakırdatmalarını sağlıklı tartışmak ve neden bu kadar endişe duyduğumuzu anlatmak için…

2. Darbe ürünü 82 Anayasası’ndan kurtulmanın motivasyonunu edinmek için…