Mazluma dini sorulmaz. Rusya’nın Ukrayna’ya girip çoluk çocuk demeden sivilleri katletmesi çok büyük bir cinayettir. Benzer cinayeti Suriye’de de görmüştük. Acımasız katil Rus Putin, Suriye’de sivil katliamına yol açmıştı. Şimdi de kendi ırkından olan Slavları öldürmeye devam ediyor.
Putin’in kendi ülke vatandaşlarının protestolarına rağmen bu katliamı yapmasında ABD’nin de mühim bir rolü vardır. “Tavşana kaç, tazıya tut” politikası ile önce Ukrayna’yı kışkırtmış sonrasında ise Ruslara “merak etmeyin ben sizinle savaşa girmeyeceğim” diyerek kan ve gözyaşının diğer büyük ortağı olmuştur.
İşte en büyük kayıp ABD ile Rus emperyalizminin kurban seçtiği Ukrayna olmuştur. Dünyanın en verimli toprakları işgale uğramış, yanmış, yıkılmış, çoluk çocuk demeden insanlar öldürülmüş, kaynaklar yok edilmiştir. Böyle bir durumda ancak şu söz ile teselli bulabiliriz “zalimler için yaşasın cehennem”
Bu kirli savaş Batı ile Rus emperyalizminin içyüzlerini ortaya koymuştur. Her iki muhasım tarafın ortak özelliği şunlardır: Öncelikle kuvvete tapınırlar. Eğer kuvvetli isen “zayıfları ezmeye hakkın vardır” diye acımasız bir düsturları vardır. Gayeleri menfaattir. Buna ulaşmak için savaş gibi acımasız bir yöntemi kullanırlar. Irkçılık ise bu iki zalim felsefenin kullandığı iğrenç silahlardan bir tanesidir. Nihai amaçları ise sefahat ve doymak tükenmek bilmeyen arzularını tatmindir.
Masum insanların acımasızca katledildiği bu kirli savaş sayesinde Batılı emperyalist güçlerin gerçek yüzleri daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bunun sonunda ise İslam’ın parlak ışığı bütün dünyayı saracaktır. Zira İslam dini, kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşi bir toplumu; kısa bir zaman sonucunda medeni hale getirmiştir.
Asr-ı Saadet adı verilen Hazreti Muhammed Aleyhissalatü Vesselam zamanında insanlar, iyilik ile kötülüğün net bir şekilde ayrıldığını görmüşler; Allah’a iman ile barış ve huzuru, küfür ve isyan ile cehennem gibi bir dünyayı gözleri ile müşahede etmişlerdir.
Çünkü İslamiyet, kuvvete bedel; hakkı savunur. Kim olursa olsun isterse padişah tahtında otursun daima mazlum insanları korur ve gözetir. Menfaat yerine Allah rızasını esas tutar. İnsanlar arasındaki düzeni sağlamak için ırkçılığı değil; kardeşlik ve uhuvveti ortaya çıkarır. Amaçlarına ulaşmak için savaş ve sömürü yerine; fazilet, yardımlaşma ve dayanışmayı öne sürer. Sefahat, ahlaksızlık ve arzuları tatmin etmek yerine ruhun şefkatle kemal bulmasını, sevgi ile yücelmesini sağlar.
Müslümanlar, İslamiyet’e layık güzel ahlakı sergiledikleri anda bütün insanların bu şerefli dine girmesine en büyük katkıyı sağlamış olacaklardır. Yeter ki; yalancılık, hırsızlık, ahlaksızlık ve Allah’a isyan gibi kötü duygulardan uzak durabilsinler. Yaşam tarzı ve fiilleri konuşmaktan ve yazmaktan çok daha fazla etkili olacaktır.
İşte yaşanan bu savaş, zulüm ve cinayetler; 21. Yüzyılın İslam yüzyılını doğuracağına en büyük delildir. Televizyonlarda canlı olarak yayınlanan acımasız katliamlar, kan ve gözyaşı; arayış içinde olan insanlığı kurtuluşa yönlendirecektir. Kısa bir zaman sonrasında İslamiyet’in bütün cihanda hâkim olacağı çok net olarak görünmektedir. Çünkü Batı emperyalizminin çirkin yüzü iyice ortaya çıkmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi’ye Bolşevik devrimi esnasında yaşanan kanlı olaylardan yola çıkarak çeşitli sorular sorarlar. Cevabında, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki ilişkiyi çok açık bir şekilde izah ettikten sonra Beyaz Rus denilen çarlık (krallık) taraftarları ile Bolşevikler (komünistler) arasındaki kanlı savaşı şöyle izah eder:
Şimdilik biri necis, biri encestir (yani sosyalizmi pis kapitalizmi en pis olarak tarif eder). Tâhir-i mutlak yalnız desatir-i İslâmiyettir (Temiz olan İslam düsturlarıdır). Öyle ise iki cereyana da lanet! Evet, lâkin bize bulaşmış olan encesin temizliği hesabına onun izalesine çalışan necise necis demekle, onu da kendimize sıçratmak maslahat olmasa gerektir.
Meselâ: Bir hınzır seni boğuyor, bir ayı da onu boğuyor. Ayının bağrına dürtmekle kendine musallat etmek, akıldan ziyade cünûndur (aklını kaybetmektir). Zâten bir cinnet-i müstevliye dünyaya dağılmıştır.”
Küfrün yani batılı emperyalistler ile komünistlerin ikiye ayrılmasından sonra ne olacak sorusuna ise “İslam birliğinin” doğacağı müjdesi ile cevap verir.
Ne yazık ki; Osmanlı devletinden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti dehşetli bir tek parti yönetimi ile yönetilir. Müslümanlar halifesiz bırakılarak başsız kalırlar. İslam birliğinin doğması ise bu nedenle ancak 21. Yüzyıla kalmıştır, vesselam…