Sık sık yorum yazan bir okuyucum “küfürbaz generaller” başlıklı yazımdan çok rahatsız olmuş ki bana mektup göndererek “Muhterem seni ordudan kim attı ise: Allah ondan razı olsun, vesselam” diye yazmış.
İşin ilginç olan tarafı ise şöyle. Ben de bu okuyucuma benzer bir düşünce içerisindeyim. Dilerseniz bu okuyucuma gönderdiğim cevabı sizinle de paylaşayım:
Değerli … Yıllardan beri eşime hep aynı sözü tekrarlar dururum. Allah’a çok şükürler olsun ki donanmadan atılmış ve ayrılmışız. Bu nedenle emeği geçenlere ben de teşekkür ediyorum.
Değerli … Askerlik mesleği genel olarak çok zordur. En zor mesleklerden bir tanesi olarak gösterilir. Sadece savaş esnasında değil sulhta iken dahi çok tehlikelidir. Çünkü savaşta başarılı olmak için o anı birebir yaşayabilmek için tatbikatlar ve çeşitli eğitimler yapılır. Örneğin ben silah subayı idim. Yapmış olduğumuz güdümlü mermi ve top atışları birebir gerçek savaş eğitimleridir. Savaşta silahlar nasıl kullanılacaksa aynısı yapılır. Barutun kokusunu ve ne derece kirli bir dumanı olduğunu, atış esnasında her şeyin titreyerek kırılabildiğini her topçu gayet iyi bilir.
Atış eğitimlerinde patlamayan cephaneler ise işin askerlik mesleğinin diğer zorlu kısmıdır. Üretim hatası veya başka nedenlerden dolayı top mermileri bazen patlamaz ve çok tehlikeli bir durum söz konusu olur. Bu tehlikeyi gidermek ise topçu subaylarına ait bir görevdir.
Bende defalarca patlamayan top mermilerini imha etmişimdir. Bunun için bütün askerleri toptan uzaklaştırıp top kaptanı ile beraber kamayı indirip (tetik düşürüldüğü için her an patlaması mümkün olan) mermiyi ellerimle denize atmışımdır. Sayısını bilmiyorum lakin 15 yıllık askerlik hayatımda 50’den fazla mermiyi imha ettiğimi bilirim.
Elbette silah ve top uzmanlığının birçok tehlikeli yönü daha vardır. Fakat kısaca söylemek istediğim husus; dünyanın en tehlikeli ve zor mesleklerinden bir tanesinin “askerlik işi” olduğudur.
Askerlik mesleği içinde belki de en zor olanı ise denizciliktir. Bahriye askeri aynı ticari gemilerdeki zorlukları daha fazlası ile yaşar. Ayrıca üniforma taşımak zorunluluğu vardır. Ticaret gemilerinde iyi bir ücret alınsa da bahriyede durum farklıdır. Örneğin tatbikat ve eğitimler aylarca sürer ve devam eder. Gurbet ve vatan hasreti tıpkı sivil gemilerdeki gibidir. Vatanından aylarca uzakta görev yapmak zorunda kalan bahriyeliler çok daha zor süreçler yaşarlar. Üç aylık rotasyon görevi nedeni ile yuvamdan çook ayrı kaldığımı bilirim.
Zorluk sadece gurbet ve vatan özlemi ile kalsa iyiydi. Daha zor olanı ise fırtınalardır. Ticaret gemisi kaptanı olduğum zaman fırtına şiddetini çok tehlikeli gördüğümde uygun bir yere demirleyerek denizin sakinleşmesini beklerdim. Fakat askeri gemilerde ve NATO tatbikatlarda böyle bir şey olmaz. Bofors skalası ile 8-9 şiddetinde bile olsa fırtınada görev yapmak zorunluluğu vardır.
Amerikalıların destroyer biz Türklerin ise Muhrip dediği gemilerde yaklaşık 10 yıl görev yaptım. Bu savaş gemileri, okyanus şartları gözetilerek inşa edildiği için her türlü denizde görev yapma kabiliyeti vardır. Bu nedenle olsa gerek Akdeniz ve Karadeniz’de girmediğim fırtına kalmadı.
Ayakta kalmanın dahi çok zor olduğu zamanlarda gemiye kumanda ederdim. Fırtınayı aşmak ve görevimi yapabilmek için metrelerce büyüklükte dalgalarla boğuşurken kendimi salıncakta farz eder bu şekilde, ayakta durmaya çalışırdım. Geminin dönüş noktasına geldiğinde ise anons devresinden 300 askerin yaşadığı bu gemi ortamında şu sesim yankılanırdı. “Dikkat dikkat! 5 dakika sonra sancak (veya iskele) taraftan dönüşe geçilecektir. Deniz bağlarını kontrol ediniz” işte böylesi durumlarda koskoca muhribin 30 dereceye kadar dönüş yönünün aksine doğru yattığını bilirim.