Başarı Milletin Malıdır Şahıslara Yüklenemez

Devlet televizyonu olan TRT kanallarındaki bir dizide milletimizin göstermiş olduğu başarı tek bir şahsa indirgeniyor. Bu şekilde yapılan şahısları aşırı derecede yüceltme ise Milli Mücadelemizdeki başarıyı gölgelemekte ve küçültmektedir. Hâlbuki başarılar toplumun malıdır. Ne kadar çok kişi ile paylaşılsa o kadar büyür. Ne kadar çok kişiye mal edilip dağıtılırsa o nispette sevinç ve gurur kaynağı olur. Milletin manevi şahsiyeti o derece büyür ve parlar. Mağlubiyet ve başarısızlık ise yöneticilere ve komutanlara verilir. Bu sayede toplumun manevi gücü sarsılmaz ve korunmuş olur. Nitekim 2. Dünya Savaşı sonucunda Alman toplumu, yaşanılan büyük bozgunu ve mağlubiyeti Hitler’e ve onun kurduğu NAZİ teşkilatına vererek ayakta kalmayı başarmıştır. Bu sayede her iki dünya savaşının en önemli müsebbibi olan Almanlar, kendi gururlarını incitmekten korumuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti çok büyük güçlükler içinde kuruldu. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgalcilerine karşı toplumun maneviyatı ön plana çıkarılarak yıllardan beri çeşitli cephelerde savaşmaktan yorulmuş olan milletimiz gayrete getirildi. Buradaki başarının altında yatan en önemli güç Allah’ın rahmetidir.

Bin yıldan beri İslam dinine bayraktarlık yapmış bu toplumu Rabbimiz, inayet ve yardımları ile ayağa kaldırdı. 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Meclisimiz bir Cuma günü namazdan sonra açıldı. Kuran hatimlerinden başka yüzyıllardır uygulanan Türk geleneklerinden biri olan Buhari hatimleri indirildi. Allah’a dua edilerek “Misak-ı Milli” sınırlarına ulaşıncaya dek savaşmaya yemin edildi. İşte bu gayret ve fedakârlıkların neticesinde rabbimiz, bu kahraman milleti İslam düşmanlarına karşı galip eyledi. Milli mücadeledeki başarının altında; sayısız askerimizin, insanımızın emeği mevcuttur. Silahları işgal kuvvetlerine teslim etmeyip gizli ikmal yollarından askerlerimize gönderen onlarca “Kuva-i Milliye” teşkilatı vardır. Adı şanı bilinmeyen şehit düşmüş meçhul askerlerimizin sayısı binlercedir. En nihayetinde bazı komutanların beceriksiz ve kötü yönetimlerine rağmen Allah’ın izni ile Yunan kuvvetleri mağlup edilerek ülke dışına atılmıştır. Bütün bu gerçekleri tek bir şahsın yazmış olduğu ve defalarca tahrif edilerek güncellenmiş olan bir kitaba sığdırmak doğru ve hakkaniyetli değildir. Zaten gerçeklerin bir gün mutlaka meydana çıkma huyu vardır. İstediğiniz kadar resmi tarih belgelerinde tahrifat yapın bunu engelleyemezsiniz.

Tarihçiler ve dizi film senaryoları yazanlar şu hususu iyi bilmelidir ki; tarih övgü ya da sövgü için kullanılan bir bilim dalı değildir. Bir kişiyi kusursuz ve hata etmemiş gibi göstererek göklere yükseltmek çok yanlıştır. Hele hele tek bir şahsa bütün başarıyı tek bir kişiye bağlı kılmak ve o şahsın yazmış olduğu bir kitabı tek başvuru kaynağı görmek; bir toplumu aşağılamak ve küçük görmekten başka bir şey değildir. Eğer başarı ve galibiyeti büyütmek toplumun bütün kesimlerine yaymak istiyorsak ABD’nin yaptığı gibi yapmak zorundayız. Evet, yine aynı zaman diliminden örneği gösterelim: 2. Dünya savaşında müttefik orduları komutanı olarak büyük bir başarıya imzayı atan ABD’li General Eisenhower’ı kimse doğru dürüst tanımaz. Zaten aklı başında olan bir millet galibiyeti tek bir şahsa indirgemez. Başarıyı; Almanya-Japonya ve İtalya gibi dünyanın en büyük ordularını yenen bütünüyle savaşmış toplumlara verirler. Kendisinden kat kat sayıca üstün Haçlı ordularını Anadolu’nun bağrında yok eden Kılıç Arslanların torunlarına bu küçültücü ve aşağılayıcı yaklaşım hiç yakışmamaktadır. Devlet büyükleri ve tarihçiler artık bu milletimizi hakir gören bu anlayışa bir son vermelidir.

Üniversitelerde tarih kürsülerini işgal eden “otoriter ve tek tipçi düşünceyi benimsemiş” akademisyenler, toplumumuzun ihtiyacı olan manevi ruh ve gücün kuvvetlenmesini istiyorlar ise şu hususu iyi bilmelidir: Bizim halaskarımız yani gerçek kurtarıcımız Hazreti Muhammed Aleyhissalatü Vesselamdır. Bakın bu gerçeği 1927 senesinde Avrupa’da toplanan bir kongrede batılı aydınlar nasıl ifade etmişler. Fazilet odur ki; düşmanlar dahi onu tasdik etsin… Kongre Başkanı Shebol, şöyle diyor: “Evet, Garp uleması ve feylesofları itiraf ve ikrar etmişlerdir ki; İslamiyet’in kanunları, yüksek bir tarzda “âlemin ıslahına” kâfidir. Muhammed’in (asm) beşeriyete intisabıyla bütün insanlık elbette iftihar eder. Çünkü o zat, 13 asır evvel, öyle bir şeriat getirmiş ki; biz Avrupalılar, iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mesut ve saadetli insanlar oluruz”. Bernard Shaw ise “Ben görüyorum ve itikat ediyorum ki insanlık şunu söylemek zorundadır. Muhammed (asm) insaniyetin halaskarıdır. Ve kurtarıcılık namı ona verilmek lazımdır”. Yine devamla şunları söylüyor: “Ben itikat ediyorum ki, Muhammed’in (asm) misli yani aynı görünüş ve tarzında bir adam şimdiki yeni âleme reis olsa ve hükmetse, bu yeni alemin müşkülatını halledip umumi barış ve saadetin yerleşmesine sebep olacaktır. Evet bu yeni alemin barış ve saadete ne kadar ihtiyacı olduğunu herkes anlar”. İşte Batı dünyası ve bu coğrafyada yaşayan toplumlar gerçek halaskarı bulamadıkları için suni ve yapmacık kişiliklerin peşlerine takılmış sonrasında belasını da bulmuştur. İslam’ın güzelliklerini ve Peygamberimizin (asm) örnek ahlakını esas olarak almaz isek kurtuluş hayaldir. Daima bocalayacak ve hüsrana düşeceğiz, vesselam…