Batı Medeniyeti ve Özellikleri

Türkiye’nin ekonomik, askeri, sosyal ve kültürel yönden gelişmesi bir çok Avrupa ülkesini çıldırtmış durumdadır. Başta nüfus olmak üzere her türlü konuda çöküş yaşayan Batı devletleri, Türkiye’nin gelişmesinden rahatsız olduklarını göstermekten çekinmemektedir. Diplomasinin en temel kurallarını ayaklar altına alan çirkin muameleler, aslında Batı dünyasının gerçek yüzünü göstermektedir. Bu durumda Batılı ülkelerin içlerini dışına çevirmiş olsanız domuz, maymun ve yılan gibi hayvanlara benzemiş olduğunu görürsünüz. İşte bunu çok açık bir şekilde bazı ülkelerin televizyon ve medya kanallarında görebiliyoruz. Tanzimat sonrası Osmanlı aydınının içine düştüğü acı durum ve Sabetaycı Yahudilerin eğitim kurumlarını işgal etmesi sonucunda Batı hayranlığı geniş halk kesimlerini etkilemiştir.

Hatta bu durum o dönemde yazılan edebi metinlerde kendisini açıkça göstermektedir. İşte biz Müslümanları dünya rahatından ve ecnebileri ahiret saadetinden mahrum eden, Müslüman aydınlarının içine düştüğü bu yanlış anlayış ve zandır. Her şeyden önce net bir Doğu-Batı okuması yaparak medeniyeti tahlil etmek gerekliği vardır. Kuvvete, menfaate, mücadeleye, ırkçılığa ve heveslerine adeta tapacak kadar zavallı hale gelen Batı medeniyeti; insanlar arasında tecavüzü, boğuşmayı, çarpışmayı ve başkasını yutarak beslenmeyi netice veren çok kötü bir duruma düşmüştür. Bu gidişatın sonucu dünyada ve sonsuzluk ülkesi olan ahirette büyük bir felaketi hazırlamaktadır. Hâlbuki İslam medeniyeti Batı’daki kuvvete tapınma yerine hakkı esas alır. Hedefi fazilet ve Allah rızasıdır.

Hayatta yardımlaşma üzerine dini ve milli bağları kuvvetlendirmeyi önemli olarak kabul eder. İşte bunun sonucunda hem dünyada hem de ahirette insanlara mutlu ve saadetli bir hayat sunmaktadır. Bu asırdaki gaddar ve vahşi medeniyetten doğan kendini beğenmişlik ve ırkçılık hastalığı çatışmaların esas sebebidir. Öylesine ciddi bir sorunla karşı bulunuyoruz ki Batı insanının çirkin yüzü hemen ortaya çıkabiliyor. Ukrayna Rusya Savaşı örneğinden başka bir fotoğrafı sunalım: Bakınız bir baba yavrusunu kucaklamış Suriye’den kaçarken Batılı bir kadın gazeteci ona çelme takarak yere yuvarlanmasını sağlayabiliyor. İnsanlıkla hiçbir alakası olmayan ne biçim bir düşmanlıktır, anlaşılması çok zordur. Eğer tarihî bir nazarla insanlık tarihine bakıp, tarih sayfalarını lekelendiren beşerin günah ve hatalarına dikkat edersek, toplumsal hayatta görünen ihtilâller ve karışıklıkların bu iki mantıktan doğduğu görülecektir: Birisi: “Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne. Yani “bencillik”, ikincisi: “Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim.” Kısaca her türlü sömürü anlayışını görebiliyoruz. İnsanlığı çökertmeğe ve yıkmaya yaklaştıran bencilliğin ilacı olarak sosyal dayanışmanın en önemli vasıtası olarak zekât vermeyi esas alan İslam medeniyeti, faizi yasaklayarak her türlü sömürüyü kökünden kesip atmıştır. Toplumsal hayatı koruyan intizamın en büyük şartı, insanların sosyal tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır.

Yönetici kısmı halktan, zengin kısmı fukaradan iletişimi kesecek derecede uzaklaşmaması gereklidir. İşte bu tabakalar arasında iletişimi temin eden, zekât ve yardımlaşmadır. Dengenin esası; Havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında ise hürmet ve itaat bulunmasıdır. İşte İslam’ı ve Kuran medeniyetini anlayarak ve bilfiil tatbik ederek yaşadığımız bütün sorunların üstesinden kolayca gelebiliriz. Bunları Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden istifade ederek birkaç madde ile izah ederek çözümünü de göstermeye çalışalım. Kur’an’ın, imtihanın, dünyanın ve tarihin merkezinde insan vardır. İnsanın yüklendiği emanet olan “imtihan edilmek” her şeyden daha mühimdir. Tarihi olaylar Hikmet-i İlahiye ve Kader perspektifinden değerlendirilmelidir. Her olay, olgu ve varlığın olumlu ve olumsuz yönleri birlikte incelenir, iyi yönleri alınıp kötü yönleri reddedilmelidir. İslam ve Batı medeniyetlerinin doku uyuşmazlığı olup İslam medeniyetinin devşirme kavramlara ve çözümlere ihtiyacı yoktur.

Tarihsel ve toplumsal gelişmede bencillik ve sömürü İslam’ın zekât ve faizin haram kılınması gibi hayati prensipleriyle çözüme kavuşturulabilir. Müslüman bireyin hayatını yönlendiren ve zenginleştiren İslam’ın terbiyesidir. İnsanı ve toplumu medenileşmek isteyenler birkaç maddesini ifade ettiğimiz Kuran medeniyetine dikkat çekmek mecburiyetindedir. Bakın bu medeniyeti 100 yıl öncesinden Bediüzzaman nasıl tarif etmiş: Dediler: “Şeriat-ı garrâdaki medeniyet nasıldır?” Dedim: “Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği (içine aldığı) ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından (ayrılmasından) inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz’ eder. “İşte nokta-i istinad (dayanak noktası), kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet ve tevazündür (ölçülü olmaktır). Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet ve tecazüptür (cezbedir). Cihetü’l-vahdet de (birlik unsuru da) unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe’ni samimî uhuvvet ve müsalemet (barış) ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür. Hayatta düsturu, cidal (savaşmak) yerine düstur-u teavündür ki (yardımlaşmadır ki ), şe’ni ittihad ve tesanüttür. Hevâ (çirkin arzular) yerine hüdâdır ki, şe’ni insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür.

Hevâyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin (aşağı heveslerinin) teshiline (kolaylaştırılmasına) bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder. “Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı”, vesselam…