Bediüzzaman’ın dinsiz siyasete bakışı

Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerini çok okuyan birisiyim. Öyle ki; akademik hayatımda dahi Bediüzzaman’ın eserlerinden yola çıkarak “Malikiyet ve Serbestiyet Devri” başlıklı bir doktora tez çalışmam oldu. Arkasından bu çalışma ile alakalı bir tanesi İngilizce beş kitap yazmış bulunuyorum. Bu yazıda ise sadece Bediüzzaman’ın siyasete bakış açısını ve özellikle siyaseti dinsizliğe alet eden siyasi teşekküllere karşı tavır ve eserlerini değerlendirmeye çalışacağım.

Bediüzzaman, materyalizmin çok güçlü olduğu bu zamanda Kur’an ve İslam’a hizmetin ancak imanın kuvvetlendirilmesi ile mümkün olacağını düşünüyordu. Önceliği, insanların tahkiki imana sahip olması meselesiydi. Bu nedenle siyasete mesafeli idi. Kendisinin ve birçok talebesinin bir iktidar projesi ve beklentisi ise hiç olmamıştır. İmana ve Kur’an’a hizmet edenlerin siyasi makamlara talip olmasının, ihlâsa yani Allah’ın rızasını kazanmaya zarar vereceğini düşünüyordu.

Kendisini yüksek makamlarda görerek ziyaret etmek isteyen özellikle çok iltifat eden ziyaretçileri de kabul etmezdi. Hediye dahi kabul etmiyordu. Öyle ki; kendisine hizmet eden kişilerin dahi hediye almasını istemiyordu. Bu hususları yıllarca yanında kalmış kişilerin hatıralarından öğrenebiliyoruz.

Bediüzzaman’ın Türkiye ve âlem-i İslam’ın mukadderatı ile ilgili siyaset hususunda elbette analizleri, fikri ve tercihi de vardı. Bununla birlikte kendisini takip ettiğini iddia ederek suiistimal edenler de çıkmıştır. Özellikle son zamanlarda “seküler ve dinsiz bir siyasete razı olduğu” gibi gerçek dışı beyanlarda bulunan kişilere rastlayabiliyoruz. Hiç utanıp sıkılmadan yıllarca bu vatanda dindar insanlara kan kusturan CHP gibi partileri destekleyen bu çeşit insanlar çıkabilmiştir.

Bediüzzaman’ın dinsiz siyasetçilere karşı tavrını anlayabilmek için yayınlanmış eserlerine bakmak yeterlidir. Zaten hayatı, iman ve Kur’an’a adanmış dindar bir insanın; siyasetçilerin dindar değil de dinsiz olmasını istiyor olması akıl dışı bir tutumdur. Herkesin önce tahkiki iman, sonra namaz, oruç, zekât gibi ibadetlere sarılmasını isteyen bir İslam âlimi; “siyasetçi namaz kılmasa oruç tutmasa da olur, siyasette dinin ve dindarın yeri yoktur, siyasette dine ve dindara itibar etmeyin” demesi mümkün müdür? Herkesin dindarlığını arzu eden biri, siyasetçiyi istisna tutmaz. Çünkü siyasetçinin dindarlığı diğer insanlardan daha önemlidir. Zira yöneticidir ve toplum ve devlet üzerinde etkilidir.

Bediüzzaman’ın eserlerinde açıkça meşrutiyet, cumhuriyet, hürriyet, istişare ile konular ve bunların izahları yapılmıştır. Nasıl olması gerektiğini kavramları halkın anlayışına göre vasıflandırarak izah etmiştir. Örneğin; “cumhuriyetçiyim” demez, “dindar bir cumhuriyetçiyim der”. Meşrutiyeti ise “Meşrutiyet-i Meşrua” olarak savunur. Soyut hürriyeti değil, “Hürriyet-i Şerriye” ve İstişareyi “Meşveret-i Şerriye” şeklinde izah eder.

Keza Bediüzzaman ve eserlerinin genel ismi olan “Risale-i Nur Külliyatında” dindar demokratlar, dindar hürriyetperverler, hürriyetperver dindar demokratlar, dindar ve dine hürmetkâr demokratlar şeklinde ifadeler sık sık geçmektedir. “Dindar ve hamiyetkar ve vatanperver milletvekilleri”,  “dindar milletvekilleri” gibi vasıflandırmalar yapar. Bu konuda Demokrat Parti lideri Adnan Menderes için “İslam kahramanı Menderes” şeklideki ifadeleri ile siyasetçileri dindar olmaya teşvik etmiştir.

Bediüzzaman, siyasi tahliller yaparken konuyu başında veya sonunda mutlaka milli ve dini zemine yerleştirmeye gayret etmektedir. Mesela “Kur’an, İslamiyet ve vatan hesabına” gibi ifadeler kullanarak nazarları dine yöneltmeye çalışmaktadır. Çünkü asıl olan ahiret hayatıdır. Dünya hayatı ise bir oyun ve oyalanmadan ibarettir.

Bediüzzaman, siyasetçilerden şahsı adına bir talepte bulunmamıştır. Üç tane bilemediniz dört tane isteği vardır. Bunların ilki olan “Ezan-ı Muhammedi” (asm) konusunda Menderes’in gayretleri sonucunda muvaffakiyet gerçekleşmiştir. İkinci ve üçüncü hususlarda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, gereğini yapmıştır.

Risale-i Nur eserlerinin Diyanet İşleri Başkanlığınca neşredilmesi ve Ayasofya’nın cami olarak açılması, Erdoğan’ın en önemli icraatları arasında yer almaktadır. Böylesine güzel bir hizmet ancak Erdoğan ve Menderes’e nasip olmuştur.

Bediüzzaman’a Menderes için “İslam kahramanı” demesini abartılı bulan bazı insanlar bu zatın mazlum olarak idam edilmesi sonucunda akılları başlarına gelmiştir. Çünkü “mazlum olarak idam edilmenin iki şehit ecir ve mükafatı olduğuna” dair rivayetler vardır. Menderes’in mazlum olduğu ve şehit olduğu bizzat devlet tarafından ilan edilmiş törenle İstanbul Topkapı’da bulunan türbeye defni sağlanmıştır.

Erdoğan, hâlâ görev başında bulunmaktadır. Ezan konusunda bu derece hassas olan Bediüzzaman’ın, Erdoğan’a eserlerinin neşredilmesi ve Ayasofya’nın açılması konusunda kim bilir ne derece iltifatkâr olacaktır? Allah emeği geçen bütün bürokrat ve siyasetçilerden de razı olsun…

Bediüzzaman’ın talepleri içinde dördüncü husus olarak “Medresetüz Zehra” isimli bir üniversitenin kurulmasını sayabiliriz. Şarkta yani doğuda din ve fen ilimlerinin birlikte okutulduğu bu üniversitenin onlarca benzeri özel ve kamu kurumlarının gayreti ile gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar tam da Bediüzzaman’ın istediği tarzda olmamış ise de doğu üniversitelerinin birçoğunda dine bakış açısı oldukça güzeldir. CHP’nin tek partili döneminde “Köy Enstitüleri” adı altında dinsiz bir nesil yetiştirmek adına yapılanları görünce; şu andaki üniversiteler zemzemle yıkanmış gibidir, diyebiliriz.

Bediüzzaman, bu dört icraatı gerçekleştirecek bir iktidarın Türkiye’de ve İslam dünyasında sevgi ile anılacağını, çok büyük bir kuvvet elde edeceğini ifade etmiştir. Şu halde dinsiz bir siyasete rıza göstermek, savunmak; Bediüzzaman’ın izinden gidenlerin işi olamaz, vesselam…