Ayrılığın hüznü vurur gökyüzüne,
Kasım’da hep ağlar bulutlar,
Âşıklar cezalı, şiirler küskün,
Her Kasım demlenir yürekte,
Bu eski hüzün…
Hazanı sarılara boyayan ayrılıklar, kurumuş yapraklardan mı aldı rengini? Bulutların iç döküşü
imkânsız sevdaların feryadından mıdır? Ondan mıdır yağmurlarla ağlamışlıklarımız, toprağa düşen yağmur tanelerinde midir sevdiklerimizin kokusu? Uzun cümleli sükûtların, yürekleri mesken edişinde midir, tası tarağı toplamış vedalar... Ah hayat neler sığdırdın içine, neler yazdın, neler çizdin insanlığa dair? Adı konulmamış ne hisler filizlendi, cebinden tohumlar düşen gönüllerden. Bir ucu yanık ne mektuplar biriktirdin harflerine. Mutlulukla kahkahalar atan sesler, nasıl da kapadı bütün tınılarını hüzünleriyle. Sonra yine umutla fısıltılar büyüttü, dertlerinden oluşan alfabeleriyle süsledi cümlelerini. Her ne olduysa seni bildiler sorumlu, yenilmişliklerinin katili seni seçtiler. Gün oldu teşekkürlerle dizili, gülücükler atıldı, senin o mavi gökyüzüne, şiirlere konu oldu kucağındaki martılar. Öyle umutla doldu, öyle umutlarından taştılar ki; zifiri karanlıkta parıldayan yıldızlarından medet umdular, bir mum bildiler gecenin nurunu. Bulutların gürültülü, korkutucu seslerinde tutundular birbirine, sarıldılar, korkuyla uyanan çocuklarına kucak açtılar. Her nefeste özne sen oldun, sonbaharın o gri rengini, yapraklarını dökmüş kuru dallarını bile sana mâl ettiler, baharı müjdeleyen cemrelerini unutup, uykusundan uyanan papatyaları yok sayıp. Şarkılar yazıldı sana dair, şiirler yazıldı, bir romanın hüznü oldun, kahramanına attığın tokat konuşuldu satır satır… Sonra bir hikâyede gökten düşen 3 elma oldun, derin bir nefes oldun, oh dedirten. Pembe oldun, mavi oldun, kara oldun, rakamlarla çarpıldın, bölündün, bölen oldun, oysa ne çok bölündüğünü göremediler… Neler topladın, çıkardıklarından kalan. Hangi denklemlerin, bilinmeyenlerin, formülü olduğunu bilmediler. Aşk oldun, hasret oldun, vefa oldun, hayal oldun şiirlerde, sırf hisleri üşümesin diye, hissetmeseler bile seni aldılar kaleme. Seni yazdılar senden habersiz. Ah be hayat; ne uzunsun, yoruluyorum bazen seni okurken… Oysa yazarken, kelebeğin ömrüyle yarıştırıyorum cümlelerimi. Kimsin sen, kimdin?? benim neyimsin, yüreğime dokunan her hissin bir kırıntısını üzerinde taşıyan şefkat güvercinlerinin, can yurdu.. bana ait olmayan bir sürü sesi kapat hadi, penceresini ört unutmak istediklerimin… Hadi sil hüzünleri, mutluluklara boya çehremi hadi… Sen kimsin hayat! Söyle bana, cevap ver kendime sormaya korktuğum sorulara. Sen kimsin, bu gün var, yarın yok olan değil misin? O halde sana böyle delice tutunuşum niye? Ayrılmak istemeyişim, seni hep affedişim niye? Derken… Bir yaprak düştü avucuma, bir tarafı kurumaya yüz tutmuş, bir tarafı yemyeşil, ne çok bana benziyor… Geçen ömrümle, kalanı gibi, tükenmişliklerle, hiç tükenmez sandıklarım gibi… Ne oldu da düştü oradan, daha sapasağlam bir yanı.
Sonra gülümsedim, hayatı bize ikram eden Rabbime şükürle… Hayatın sahibi Rabbimize, bizim olduğunu sandığımız bir sürü hissin, bir sürü şeyin sahibi Rabbimize şükürle, kucağımdaki kitabın arasına bıraktım o yaprağı. “Ömür dediğin nedir ki, şükrünü bilmezsen’’ diye geçirdim içimden ve kendimi emanet ettim “Bir Elif Miktarı” soluduğum hayata…