Bense bu arkadaşlarımdan bir sınıf üstte olduğum için yalnız başıma mücadele ediyordum. Gerçi bahriye mektebinden mezun oldum lakin bu sefer bahriyede ağır soruşturma ve kötü muamelelere maruz bırakıldım. Sakıncalı bir subaydım ve gittiğim her görev yerinde parmakla gösterilen birisiydim.
En büyük suçum sicil amirlerinin hakkımda yazmış olduğu kanaatlerinde görüldüğü gibi namaz kılmaktı. Ayrıca Cuma namazlarına gittiğim için büyük bir cinayet işlemiştim. Üstelik bu işi yaparken üniformamı çıkarmıyor suçumu daha da katmerlendiriyordum.
Bu bilgileri müşteki olduğum “28 Şubat Davası” dosyalarından öğrenebildim. Gerçekten de o tarihlerde böylesine büyük cinayetleri işlemek her adamın yapacağı bir iş değildi.
İşlediğim suçlar bunlarla da kalmamıştı. Dini kitaplar ve özellikle de Kuran tefsiri okuduğum için asla affedilme ihtimalim yoktu. Üstelik içki içmiyor ve bu yüzden münakaşalara sebebiyet veriyordum.
Fakat işlediğim en büyük suç! eşimin başörtülü olmasıydı. Bu suçun affa tahammülü yoktu. Nitekim 28 Şubat 1997 tarihinden bir ay önce Yüksek Askeri Şura kararları ile ordudan resen emekli edildim.
Emekli sözü sizi yanıltmasın bu işin kibarcasıdır. Resmen ordudan atılmıştık. Çünkü o tarihlerde 12 Eylül faşistleri dimdik ayaktaydı ve dindar insanlara nefes aldırmamak için ant içmişlerdi. Tekrar bir darbe yapmak için zaman kolluyor bu esnada karşı çıkabileceklerini düşündükleri askerleri tasfiye ediyorlardı. Nitekim adı konulmuş veya konulmamış kaçtane darbeye bu ülke şahit olmuştur.
Bu kararın altında Cumhurbaşkanı Demirel ve Başbakan Erbakan’ın imzaları vardı. Yine mahkemeden öğrendiğim bilgiler çerçevesinde beni suçlarken “Feto örgütü mensubu” diye fişlemiş olduklarını görmüştüm.
İşin ilginç olan tarafı ise o yıllarda Feto mensupları koruma altında idiler. Çünkü eşlerinin başörtülerini çıkarttırdıkları gibi içki içmekten imtina etmiyor, namaz ve oruç gibi dinimizin farz olarak emrettiği vazifeleri yapmıyorlardı. Onlar cici çocuktu ve Amerikalı darbeciler tarafından ordu içinde semirtilip büyütüldüler. İşte 15 Temmuz 2016 darbesi bu sefil haydutların işidir.
Şu hususu belirteyim ki o tarihlerde ordudan atılan on binlerce asker içinde birkaç tane Feto’cu subay vardır. Lakin bunların en önemli özelliği eşlerinin başını açmayan ve namaz kılmaya devam eden askerlerdir. Nitekim Feto’ya itaat etmedikleri için onlar da ordudan atılmıştır. Fakat bunların sayısı parmakla sayılacak kadar azdır.
İşte bizim hikâyemiz de bu şekilde cereyan etmiştir. Fakat ben ne orduda iken ne de ayrıldıktan sonra hiç pes etmemiş mücadelemi sürdürmüştüm. Nitekim “Bahriye’de 15 Yıl” isimli eserimde yaşadığım bütün olayları kitaplaştırarak kamuoyunun bilgisine sundum.
O tarihlerde “Vehbi Horasanlı” ismi ile yazılar neşrediyordum ve kitabın yazarı olarak “Kara” soyadı ile değil “Horasanlı” ismi ile karşılaşacaksınız. O yıllarda mecburen bu yola başvurmuştum zira darbeciler bir an bile tepemizden ayrılmıyordu.
Erdoğan’ın Başkan olduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesinden dahi ayrılmak zorunda kalmıştım. Çünkü Erdoğan’ı şiir okudu diye görevinden alıp hapse atanların bize hiç tahammülleri yoktu.
Bu konuda daha çok şey yazabilirim. İşin kötü tarafı bu acı olayları aradan uzun yıllar geçmesine rağmen bir türlü unutamıyorum. Bir nesle ithaf olunan “Bizim Hikâye” filmindeki son sözle yazımı bitireyim:
“Birgün akşam olur biz de gideriz.
Kalır dudaklarda şarkımız bizim…”