Boğazlardaki Egemenlik Haklarımızın Pekiştirilmesi (2)

Türk Boğazları’ndaki tüm bu düzenlemeler 1936 Montrö Sözleşmesiyle getirilen “serbest geçiş ilkesi” ve uluslararası denizcilik kurallarıyla uyumlu olarak yapılmıştır. Zaten geçiş serbestisinin denetimsiz, disiplinsiz bir geçiş olması düşünülemez. Ayrıca, anılan ülkelerin bir yandan uluslararası denizcilik kurallarını savunurken, diğer yandan bayraklarını taşıyan gemilerin Türk Boğazlarından geçişlerinde kılavuz alma, raporlama sistemine uyum oranlarının düşüklüğü de dikkati çekmektedir.

Bundan başka Boğazlarda alınmakta olan ilave teknik önlemler de olmuştur. Örneğin trafiğin elektronik ortamda denetlenmesini sağlayacak Gemi Trafik Bilgi Sistemi’nin (VTS) kurulmasının kararlaştırılması çok önemli bir gelişmedir. Nitekim yapımına 2000 yılında başlanan ve 30 milyon Dolar tutarındaki bir proje gerçekleştirilmiş ve 2002 yılı başlarında hizmete girmiştir.

Ayrıca, ülkemiz petrol kirlenmesinden dolayı, kirliliğe yol açan gemi sahiplerine mali sorumluluk yükleyen ve hasarın tazmin edilmesini öngören sözleşmelere de imza atmıştır. “Petrol Kirliliğinden Doğan Hasarlar için Hukuki Sorumluluk Sözleşmesi”, “Petrol Kirliliğinden Doğan Zararın Tazmini İçin Uluslararası Bir Fon Kurulmasına Dair Sözleşme” (FUND) ve Petrol Kirlenmesine karşı Müdahale ve İşbirliği Sözleşmesi (OPRC)’ne taraf olunması için gerekli yasal işlemler uygulamaya sokulmuştur. Son yıllarda, Hazar havzası ve Orta Asya’daki yeni petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünya piyasalarına nakli için, bazı çevrelerinin en uygun seçenek olarak Türk Boğazlarını takdim etmeye yönelik girişim ve çabaları vardır. İnsan ve çevre hassasiyetini ortadan kaldıran bu çalışmalara karşı önlem almak gereklidir.

Türk Boğazları’nda insan ve deniz canlılarının hayatını hiçe sayan bu çabaları her ilgili forum ve ortamda tartışılan konulardan biri haline getirmek çok önemlidir. İşte Kanal İstanbul projesi öncelikle tanker tehdidine karşı bir önlem olarak düşünülmüş olup Türkiye’nin insan ve çevre sağlığına verdiği önemin en önemli göstergelerinden bir tanesi olmuştur.

Boğazlar kanalıyla ilave petrol ve tehlikeli yük taşınması, seyir emniyeti açısından da dikkatle değerlendirilmesi gereken bir husustur. Boğazların özellikleri ve deniz trafiğinin halihazırdaki yoğunluğu göz önüne alındığında, Boğazlardan uzun vadede, 15 milyon nüfusa sahip olan İstanbul’un fiziksel güvenliğini tehlikeye atmadan büyük miktarlardan petrol taşınması imkansızdır.

Bu çerçevede, seyir, can, mal ve çevre güvenliği göz ardı edilerek, siyasi ve ticari nedenlerle Türk Boğazlarının bir petrol boru hattı olarak düşünülmesinin vahim bir yanlış teşkil edeceği açıktır.

Kaldı ki, gemilerin Türk Boğazlarında güvenli seyretmeleri can, mal ve çevrenin korunması Türkiye için olduğu kadar, Türk Boğazlarını kullanan bütün devletler için de hayati önem taşımaktadır. Tehlikeli yük taşıyan gemilerin yol açacağı bir kazanın, cana, mala ve çevreye vereceği önemli zararın yanı sıra, Boğazların trafiğe kapanmasına da neden olarak, dış ticaretinde Boğazlardan yararlanan bölge ülkelerinin ekonomik çıkarlarını da olumsuz yönde etkileyeceği açıktır.

Türk Boğazlarının güvenliği konusunda, kamuoyunda büyük bir hassasiyet mevcuttur. Uluslararası alanda, seyir güvenliğinin güçlendirilmesi, can, mal ve çevrenin korunması yönündeki hassasiyetin de giderek artması sevindirici bir gelişme teşkil etmektedir.

Bu bağlamda, 1960’lardan itibaren gerek IMO tarafından, gerek bölgesel planda hazırlanarak, yürürlüğe konan çok sayıda sözleşmenin, eylem planının yanı sıra, özellikle büyük tanker kazalarından sonra tanker standartlarının yükseltilmesi amacıyla alınan önlemler kayda değerdir.

Bu gelişmeler bir taraftan sahil devleti olarak Türkiye’ye bazı sorumluluklar yüklemekte, diğer taraftan, denizlerimizi ve Boğazlarını kullanan ülkelerden uluslararası yükümlülüklere uymalarını talep etme hakkını vermektedir.

Şimdi yapılan bunca emek ve çalışmadan sonra kalkıp “Kanal İstanbul’dan geçecek gemilerden nasıl para alacaksınız?” sorusunu sormak anlamsızdır. Artık Kanal İstanbul’a karşı çıkanların parti çıkarları ve siyasi hedefleri bir kenara koyarak ülke menfaatlerini düşünme zamanı gelmiştir. Çünkü aynı gemi içinde yaşıyoruz. Batarsak birlikte batar ayakta kalırsak hep birlikte bunun sevincini yaşarız, vesselam…