Bu şarlatan ilahiyatçıları ne yapmalı?

İlahiyatçılar, son zamanda iyice zıvanadan çıktılar. Zira İslam’ın asli delilleri olan Kuran-hadis-İcma-Kıyas ölçülerinden hüküm çıkarma usulünü bir kenara bırakıp akademik metodu mümkün olan tek güvenilir ve kabul edilebilir yöntem olarak görmeye başladılar. Felsefe bataklığına gömülmüş bir biçimde seküler bir dil kullanıyor Batı Hıristiyanlığı’nın temel sorunlarını İslam’ın içine taşımaya çalışıyorlar. Öyle ki bir kısmı imanın şartlarını dahi inkar ederek dinin dışına çıkmış durumdalar. Fetullah Gülen gibi bunlar da çok büyük zarar veriyorlar. Bakın neler yumurtlamışlar evlere şenlik:

1.Kurandaki Kıssaların çoğunun mecazi/sembolik/metaforik kısacası (haşa) masal olduğunu söylerler. (M. Halefullah) Bu eğilimin bizdeki en ateşin savunucusu Mustafa Öztürk’tür.

2. Ehl-i Kitabın da mevcut itikatlarıyla cennete gidebileceğini söylerler. (S.Ateş)

3. “Hz. İsa’nın da bir babası vardır” derler. (M. Ali Lahuri)

4.Kendine göre 19 mucizesine uymadığı gerekçesiyle Tevbe Suresi’nin son iki ayetini Kur’an’dan çıkarmaya teşebbüs ederler. Ve ilk mealini öyle yayınlarlar. (E.Yüksel)

5.Namazın beş vakit değil üç vakit olduğunu söylerler. (Y.N. Öztürk)

6.İslam da bildiğimiz anlamda “namaz” diye bir şeyin olmadığını söylerler (İ. Eliaçık)

7.Tavuk keserek kurban edilebileceğini söylerler. (Z.Beyaz)

8.(Haşa) “Allah gaybı bilmez” derler. (A.Bayındır)

9.“Kabir azabı yoktur” derler. Ve bu iddiasını kanıtlamak için yaklaşık beş yüz sayfalık bir kitap yazarlar. (M. Okuyan)

10.Kur’andaki ahkam ayetlerin değil sadece bütün Kur’an’ın tarihsel olduğunu dolayısıyla ahkamın bizi bağlamadığını söylerler. (M. Öztürk)

11.Hz. Adem’in (a.s) bir anne ve babasının olduğunu ve üstelik Evrim Teorisi’nin de nispeten gerçek olduğunu söylerler. (M. İslamoğlu)

Daha neler neler. Öyle çok zırvaladılar ki insan şaşırıyor. İlahiyat Fakültelerinde bunlara da mı FETÖ gibi haşhaş veriyorlar galiba. Yoksa bu kadar ahmakça sözleri hiç bir aklı başında insan söyleyemez. Hz. İsa’nın (a.s) nüzulü, Mehdi’nin zuhuru, kıyamet alametleri gibi “müsellem” olan hususları dahi reddeden bu kafayı sıyırmış ve bir kısmı da bunamış kişilerle Diyanet İşleri Başkanlığı biraz ilgilenmesi lazım. Eğer onlar yapmazsa bu akıl, mantık ve maneviyat yoksunluğu, ruh ve sinir hastalıkları mütehassıslarının görev alanına girer ki tedavisi aciliyet kazanmıştır. Bu şarlatanlar Siyonistlerin televizyon ve medya kanallarında öylesine rağbet görüyor ki kendilerini kıymetli bir mal! zannediyorlar. Halbuki bir çocuk dahi bunların zırvaladıklarını ahmakça konuştuğunu söyleyebilir. Okuyucularıma şu ikazı yapmayı bir borç biliyorum. İslam içinde bu türden yapay sorun alanları icat etmeye çalışan ilahiyatçıları dikkatlice dinlemeye çalışın. Zira bunlar şöyle bir hileye başvuruyorlar. Önce ayetlerden çok güzel örnekler verip kendilerini pek güzel bir şekilde alim ve bilgili gösteriyorlar. İşte tam bu esnada öylesine ahlaksız ve acımasız yalanlar hurafeler söylüyorlar ki bunlara aldanmak çok kolay oluyor.

Kısaca iki tane doğru söyleyip araya bir tane yalanı sıkıştırıyorlar. Aslında bunlara “ilahiyatçı” demek de doğru değildir. Bunlara “teolog” demek daha doğru olur. Alim, arif, veli, müçtehit kelimeleri ile bunların uzaktan yakından alakası yoktur ve olamaz da. Kaldı ki alim, arif, veli, müçtehit gibi sıfatlar çoğunlukla kazanılmaz, ehil ve liyakatli olanlara doğal bir şekilde insanlar verir. Peki ne yapmalı da kendimizi, ailemizi ve toplumumuzu bunların şerrinden muhafaza edebiliriz? İşte Bediüzzaman’ın dediği gibi yapmalı. Bakın ne demiş. “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız.Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz”. Demek ki aklımızı ve kalbimizi kullanacağız. Mehenge vurmadan ölçüp tartmadan kabul etmeyeceğiz, vesselam…