Anne babayı üzecek davranışlardan sakınmak gerekir. Özellikle ihtiyarlık çağında kişinin enerjisinin, canlılığının, duygularını kullanma kabiliyetinin bazen de algılama gücünün azalmaya başlamasının, iletişim sorunu yaşanması gibi tezahürleri olabilir. Yaşlılarımızın daha nazik bir yapıya sahip oldukları bu dönemde duyguları rencide edilmemeli, onlara kızgın bakılmamalı, yanlarında sesler yükseltilmemeli, hizmet edip gönülleri alınmalıdır.
Kendine has özellikleri olan bu dönemde takınılacak her tavır, söylenecek her söz, tabiatıyla özen gerektirmektedir. Bu bakımdan yaşlılara saygı göstermek, her şeyden önce dinî, insani ve vicdani bir görevdir. Anne-babanın çocuklarına en çok muhtaç olduğu dönem yaşlılık günleridir. Unutmayalım ki ana-babamıza nasıl davranıyorsak çocuklarımız da bize aynı şekilde davranacaklardır. Yüce rabbimiz şöyle buyurur: “Ey Peygamber! Sana ne sarf edeceklerini soruyorlar. De ki, sarf edeceğiniz mal ana-baba, akrabalar, yetimler, düşkünler ve yolcular içindir. Yaptığınız her iyiliği Allah bilir.” (Bakara, 2/215) Yaşlanıp kendi ihtiyaçlarını temin edemez hâle gelince ana-babaların bütün ihtiyaçlarını temin etmek çocukların görevidir.
Ancak bugün aile yapımızı tehdit eden pek çok unsurla karşı karşıyayız. Ahlâkî yozlaşma, rahata düşkünlük, kimlik bunalımı, özgürleşme ve bağımsız olma söylemlerinin kavramsal boyutunun doğru algılanamamasına bağlı olarak biz şuurunun yerini almakta olan ben (aşırı bireycilik eğilimleri) ve neticede gittikçe küçülen yapı, üzerinde önemle durulması gereken hususlardadır. Yukarıdaki âyetlerde ve hadislerde tarif edilen davranış biçimi ile ulaşılması gereken ruh hali, İslâm inancının ve İslâm ahlâkının gereğidir.
Nasıl ki, insanoğlu herhangi bir şarta bağlı olmaksızın her halükarda Allah’a kulluk etmesi gerekiyor ise, aynı şekilde anne ve babasına da iyi davranması gerekir. Gerçek anne-baba sevgisinin, “annemi, babamı seviyorum”, demekten ibaret olmadığını, onlara karşı maddî-manevî her türlü görevin yerine getirilerek bu sevginin ispat edilebileceğini unutmamamız gerekir. Bir sahabî; Ya Rasûlullah! Ana ve babamın vefatından sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.): ”Evet, onlara hayır duâda bulunur, onlar için istiğfar eder (Allah’tan bağışlanmalarını ister), vasiyetlerini (isteklerini) yerine getirir, yakınlarıyla ilgisini kesmez ve dostlarına ikramda bulunursan dedi.” [1] (Ebû Dâvud, Edeb 120)
Yüce Allah şöyle duâ etmemizi buyurur: “Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne babamı ve mü’minleri bağışla!” (İbrahim,14/41) Vefatından sonra da anne ve babamıza karşı görev ve sorumluluğumuzun devam ettiğini unutmamalıyız. Onların kabrini ziyaret etmeli, duâ etmeli ve onlar için hayırlı işler yapıp, sadaka vermeliyiz. Sonuç; Âyet ve hadislerden görüldüğü gibi İslâm dini anne ve babaya iyi davranmayı, onların ihtiyaçlarını karşılamayı, meşru ölçüler içerisinde isteklerini yerine getirmeyi, gönüllerini almayı ve onlara merhamet kanatlarını gererek hayır duâlar etmeyi emretmektedir.
Onlarla alakayı kesmeyi, kaba ve sert konuşmayı, gönüllerini kırmayı, onlara karşı her türlü isyankâr söz ve davranışlarda bulunmayı da kesin olarak yasaklamaktadır. Aynı şekilde öncelikle aile içinde ve yakın akrabalar arasında olmak üzere büyüklere saygı gösterip küçüklere de merhametle muamelede bulunmayı ahlâkî bir sorumluluk saymaktadır. Mü’min olarak bizlere düşen görev, anne ve babalarımıza iyi bir evlat olarak onların rızasını kazanmak ve hayır dualarını almaktır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası, anne-babanın evladına duası.”( İbn Mace, Dua 11) Görülüyor ki, bilhassa yaşlandıklarında anne ve babaya bakmak, onları huzurlu ve mutlu yaşatmak, böylece hayır dualarını almak dinî bir görevdir.
Mecbur kalmadıkça ve kendileri istemedikçe onları aile ortamından uzaklaştırarak huzur evlerine ve yaşlılar yurduna bırakmak doğru değildir. Anneler ve babalar ömür boyu sevgiye, saygıya, hizmet ve hürmete layık en yüce varlıklardır. Bu nedenle geçici dünya telaşı ile anne-babalarımızı ihmal etmeyelim ki hem dünyamız hem ahiretimiz değer kazansın. Bu nedenle anne-baba çocuğunu İslâm’a göre yetiştirmeli, onun dünyasını düşündüğü gibi âhiretini de düşünmelidir. Çocukların genel eğitimi içinde, din eğitiminin de dikkate alınması önemli bir gerçektir. Dinî eğitimle insanlar güzel ahlâk sahibi olur. Kişinin hem kendisine, annesine-babasına hem de başkalarına faydalı olmasını sağlar ve böylece çocuk dünya ve âhirette mutlu huzurlu bir hayat yaşar. Peygamberimiz şöyle buyurur: “İnsanoğlu öldüğünde üç şey hâriç, amel defteri kapanır. Bu üç şey: Sadaka-i câriye, faydalanılan ilim ve kendine duâ eden salih evlât” (Ebu Dâvud, Vesâya 14) Anne-babaya düşen en önemli görev, çocuklarını iyi bir Müslüman olarak yetiştirmektir.
Böyle bir evlât, hayırlı evlat olur. Dolayısıyla dünya ve âhirette mutlu ve huzurlu olmak istiyorsak İslâm’ın emir ve yasaklarına, koymuş olduğu kurallarına uymak zorundayız. Allah Teâlâ’ya kulluk yapmaya gayret eden mü’minler, dünyada ve âhirette huzur ve mutluluk içersinde olurlar. Ne mutlu, anne-babaları sağken layıkıyla sevip, layıkıyla hizmet edenlere, Ne mutlu, onları sadece anneler-babalar günün de değil, her zaman hatırlayanlara. Ne mutlu, anne-babaların hayır duâlarını alıp, dünya ve âhiret mutluluğuna erenlere!