Câhiliye, lugatta ‘bilgisizlik’ mânâsına gelir, ilmin zıddıdır. Bilgisizlik anlamına gelen cehl kökünden câhiliyye “câhillik devri” demektir. İslâm, aydınlık ve bilgi devri olduğu için; Arabistan’da İslâmiyet’in yayılmasından önceki devre, daha dar bir mânâ ile Hz. İsa’dan sonra Peygamberimiz (s.a.v.)’in gelmesine kadar geçen zamana ‘câhiliyye’ devri adı verilir. Câhiliye; Allah’ı gereği gibi tanımama, O’na kulluk etmekten uzaklaşma, O’nun hüküm ve emirlerine boyun eğmeme, hevâ ve hevese uyma olarak ifade edilir.
Câhiliyenin, kendine göre (Allah'a dayanmayan) inanç sistemi, yaşayış biçimi, ahlâk anlayışı ve devlet görüşü vardır. Kur’an’da câhiliyye kelimesinin geçtiği dört âyet, câhiliyyenin temel dört görünüşünü ifade eder:
1. Câhiliyenin inanç sistemi, Allah hakkındaki zannı: “...Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir grup da, Allah hakkında haksız olarak câhiliye zannına kapılıyorlardı.” (Âl-i İmrân, 3/154) Dolayısıyla vahye/ilme dayanan bir inanç değil; zanna ve cehâlete dayanan bir inanç câhiliyenin özelliğidir.
2. Câhilî yaşayış biçimi, câhiliye taassub ve barbarlığı: “O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhiliyet taassubunu yerleştirmişlerdi...” (Fetih, 48/26) Dolayısıyla câhiliyenin kendine has, İslâm dışı bir hayat tarzı, dünya görüşü söz konusudur.
3. Câhiliyenin hüküm, yönetim ve devlet anlayışı: “Yoksa onlar câhiliye idaresini mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükmü/hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” (Mâide, 5/50) Demek ki, Allah’ın hükmüne dayanmayan câhiliye yönetimi, İslâm öncesi câhilî yönetimin hortlatılmasından başka bir şey değildir.
4. Câhiliye ahlâk anlayışı/ahlâksızlığı: “(Ey peygamber hanımları!) evlerinizde vakarınızla oturun, ilk câhiliye (devri kadınları)nın açılıp saçılarak, zînetlerini göstererek yürüyüşü gibi yürümeyin...” (Ahzâb, 33/33) İslâm ahlâkıyla bağdaşmayan modern bazı tavır ve kıyafet/kıyafetsizliğin eski câhiliyenin devamı olduğu anlaşılmaktadır.
İslâm kültüründe ‘câhiliye’, kendinden önceki dönemin inanç, tutum ve davranışlarını niteleyen aydınlatıcı önemli bir kavramdır. Bu niteleme, olmuş-bitmiş bir dönemin adı olmaktan ziyade; İslâm dışı inanış ve davranışların genel adıdır. Câhilî davranışlar her devirde ve her yerde görülebilir. Câhil kimselerin özelliklerine bakarak, câhiliyenin her zaman ve her yerde olabileceğini daha rahat anlarız. Câhiliye, bir çağın adı olması yanında, belli bir ahlâk ve zihniyet tarzının ifadesi olup her çağda varlığını hissettirebilir ve bu çağda da varlığını hissettirmeke ve her yönüyle göstermektedir.
Câhiliye Arapları, Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı. (Zümer, 39/3) İslâm dininin doğuşu esnasında ahlâk o kadar bozulmuştu ki, orada içki, kumar günlük işler arasında sayılırdı. Bundan dolayı, sık sık kavgalar meydana gelirdi. Ayrıca aile mefhumu da gittikçe bozulmuştu. Kız çocuklarına karşı duyulan nefret, onları diri diri toprağa gömdürecek kadar ileri gitmişti.
Bu kötü yaşantının ortadan kalkması ve hak, adalet, huzur ve güvenin oluşması için Allah Teâlâ hak din olan İslâm’ı Hz. Muhammed (s.a.v.) ile göndermiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) de bâtıl ve kötü yaşam biçiminin son bulması için insanları hak din İslâm’a dâvet etmiş ve cahiliye yaşantısının ortadan kalkması için gereken mücadeleyi yapmış, neticede İslâm’a aykırı olan câhiliye yaşantısı ortadan kaldırılmıştır. İslâmiyet gelince, diri diri toprağa gömülmeyi bekleyen üç yüz kız çocuğu bu vahşi âkıbetten kurtuldu.
“Câhiliyyenin her bir çeşidi ayağımın altındadır (Müslim, Hacc, 19) buyuran Peygamberimiz bizleri şöyle uyarıyor: “İnsanların içinde Allah’a en sevimsiz olan kişi, İslâm bilindikten sonra da câhiliyyenin (inanç, ahlâk ve âdetlerini) arzulayan ve benimseyen kişidir.” (Buhârî, Diyat, 8) Peygamberimiz (s.a.v.): “Câhiliyyenin her çeşidi ayağımın altındadır” buyurmuşlardır.
Fakat günümüzde câhiliyye yaşantısı ayakların altında değil; nice insan, hatta ‘Müslümanım’ diyenler, onu başlarının üzerlerine çıkarmışlardır. İnsanlar, İslâm öncesi câhiliyye düzeninde Allah’tan başka ilâhlar ediniyorlardı ve haksızlık, ahlâksızlık, hırsızlık, içki kumar, zinâ ve her türlü kötülük yapıyorlardı. Günümüzde de bunların daha fazlası yaşanıyor. İslâm’ın reddettiği, İslâm’a aykırı yaşantı, insanlara maddî-mânevî her yönden zarar vermektedir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta/kötülükte ve haddi aşmada yardımlaşmayın. Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir.”(Mâide, 5/2) Ayette de açıkça görüldüğü gibi, maddi ve manevi iyi ve doğru olan şeylere destek olmalı; kötü olan, zararlı olan şeylere asla destek olmamalı, fırsat vermemeli. “Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” Bunun iyi bilinmesi, kavranması ve gereği neyse yapılması lâzımdır.
Çünkü Yüce Allah şöyle buyurur Her kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinizin huzuruna götürülerek hesaba çekileceksiniz.” (Casiye 45/15) Dünya ve ahiret saadeti için Müslümanlara düşen görev, güzel ahlaklı olmak ve kötü ahlaktan, İslâm’a aykırı kötü yaşantıdan uzak durmaktır.