Câhiliyye devrinin özellikleri

Câhiliyye, lugatta ‘bilgisizlik’ mânâsına gelir, ilmin zıddıdır. Bilgisizlik anlamına gelen cehl kökünden câhiliyye “câhillik devri” demektir. İslâm, aydınlık ve bilgi devri olduğu için; Arabistan’da İslamiyet’in yayılmasından önceki devre, daha dar bir mânâ ile Hz. İsa’dan sonra Peygamberimiz (s.a.s.)’in gelmesine kadar geçen zamana ‘câhiliyye’ devri adı verilir. Câhiliyye; Allah’ı gereği gibi tanımama, O’na kulluk etmekten uzaklaşma, O’nun hüküm ve emirlerine boyun eğmeme, hevâ ve hevese uyma olarak ifade edilir.1 Bu konuyla alâkalı olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Onlar yine de câhiliyye devrinin hükmünü mü arıyorlar? Oysa yakinen bilen insanlar için, Allah’tan daha güzel (iyi) hüküm sahibi kim vardır.” (Mâide, 5/50) Câhiliyye, ‘bilgisiz olmayla eş anlamlı görünmüş olsa da, temelde câhiliyye bir düşünme biçimiz bir sistem, bir yaşantı şeklidir. Ragıp el-İsfehani, câhiliyye kavramının türediği ce-hi-le fiilinin masdarı cehl’in üç vecih üzere olduğunu belirtiyor: Nefsin ilimden boş olması, Gerçeğin dışında bir şeye inanmak, İtikat doğru veya yanlış olsun, gerekenin dışında eylemde bulunmak.2 Değer yargılarını, ahlâk kurallarını, inanç, düşünme ve davranış biçimlerini bünyesinde toplayan ve kendine bağlı insanların yaşayışlarına yön veren iki sistemden biri İslâm; diğeri hangi ad altında olursa olsun câhiliyyedir. Şirk bu sisteme daha çok inanç ve itikat yönüyle ad olurken, câhiliyye de kabul edilen değer yargıları ve davranış biçimleri, yani sosyolojik yönüyle ad olur. Câhiliyye hiç bir zaman belli bir döneme ait bir olgu değil, insan hayatında sürekli var olan dinamik ve yaşayan bir olgudur.3Câhiliyye; insanın ve toplumun İslâm öncesi ve İslâm dışı bir yaşayış biçimiyle yaşaması damaktır. İslâm kültüründe ‘câhiliyye’, kendinden önceki dönemin inanç, tutum ve davranışlarını niteleyen aydınlatıcı önemli bir kavramdır. Bu niteleme, olmuş-bitmiş bir dönemin adı olmaktan ziyade; İslâm dışı inanış ve davranışların genel adıdır. Câhilî davranışlar her devirde ve her yerde görülebilir. Câhil kimselerin özelliklerine bakarak, câhiliyyenin her zaman ve her yerde olabileceğini daha rahat anlarız.4 Câhiliyye, Hz. Muhammed (s.a.s.)’den önceki dönemdir. Bununla birlikte İslâmî dönemde de aynı zihniyete sahip olanlara bu sıfat verilir. Nitekim Rasulullah (s.a.s.), bir tartışma sırasında Bilal-ı Habeşi’ye “kara kadının oğlu” diye hakaret eden Ebu Zer el Gıfari’ye, “Onu annesinin renginden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen, kendisinde hâlâ câhiliyye ahlâkı kalmış bir kimsesin!” demiştir.5 Buna göre câhiliyye, bir çağın adı olması yanında, belli bir ahlâk ve zihniyet tarzının ifadesi olup her çağda varlığını hissettirebilir.6 Câhiliyye Araplarının yaşadığı hayattan ve içinde yaşadıkları ortamdan bazı örnekler verelim: Câhiliyye Arapları, Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı. (Bkz. Zümer, 39/3) İslâm dininin doğuşu esnasında ahlâk o kadar bozulmuştu ki, orada içki, kumar günlük işler arasında sayılırdı. Bundan dolayı, sık sık kavgalar meydana gelirdi. Ayrıca aile mefhumu da gittikçe bozulmuştu. Bir şahıs birkaç kadın aldığı gibi, bir kadın da birkaç koca alabilirdi. Bu kocalardan herhangi birinden olan bir çocuk, kadının istediği erkeğin çocuğu olarak kabul edilirdi. Çocuk da büyüyünce cemiyet içerisinde bir problem olurdu. Kötü kadınlar evlerinin damlarına bayrak dikerek, sayısız erkekle fuhuş yaparlardı. Ayrıca kız çocuk doğurmak; yüz karası sayılır, kız çocukları bazen diri diri toprağa gömülür ve ellerinden tutulup su kuyularına atılırdı. Onların bu şekilde ölmesine seyirci kalırlardı.7 Kız çocuklarına karşı duyulan nefret, onları diri diri toprağa gömdürecek kadar ileri gitmişti. İslamiyet gelince, diri diri toprağa gömülmeyi bekleyen üç yüz kız çocuğu bu vahşi akıbetten kurtuldu.8 Câhiliyye Arapları temiz ile pis, helâl ile haram, câiz ile câiz olmayan arasındaki farkı bilmezlerdi. Pislik içerisinde yaşarlardı, hareketleri vahşiydi. Zinâ, kumar, içki, soygun, arsızlık, haksızlık, ahlaksızlık, zulüm, cinayet Arapların günlük yaşantısının ayrılmaz parçaları haline gelmişti. Çıplaklık ayıp değildi. Ulu orta çıplak dolaşmak bir âdetti. Kadınları bile çıplak vaziyette Kâbe’yi tavaf ederlerdi. Kızlarını doğar doğmaz canlı canlı gömerlerdi. Araplarda, babalarının ölümünden sonra üvey anneleriyle evlenmek bir gelenek idi. Yemek yemek, konuşmak ve giyinmek konusunda da en basit kurallara dahi riâyet etmezlerdi.