CHP’nin bir mutfağı var mı?

Dinamizmi, sorunları, beklentileri, zor karar süreçleriyle Türkiye’nin ağır yükünü taşımaya talip olan CHP’nin, memleket perdesine yansıyan iki fotoğrafına yakından bakalım.  

Herkes kendi hesabında

CHP, yerel seçimde ‘kent uzlaşısı’ adı altında DEM Parti’yle ortaklık kurmuştu. Bu kavramın, Kandil’de üretilmiş olmasını önemsemedi. Seçilecek başkanın Kandil’le irtibatlı çalışacağının getireceği sorunlar üzerine kafa yormadı. Gözünü seçim başarısına dikti, onu da aldı.

Nitekim ilk sorun Esenyurt’ta yaşandı. Ortalama CHP seçmeninin kabul edemeyeceği bir başkan olduğu anlaşıldı. Buna rağmen ‘kent uzlaşısı’nın İstanbul’daki mimarı İmamoğlu, bu olaydan etkilenmemiş görünüyor. 29 Ekim akşamı, Cumhurbaşkanı adaylığını ilan etmişti. Bugünlerde, olmayan mağduriyetten kâr elde etmenin derdinde, partiyi peşine takmış sürüklüyor.

Esenyurt olayı, Mansur Yavaş’ı tam aksi yönde etkiledi. Yavaş, kendini özenle partisinden ayrıştırmayı tercih etti. Bağımsız aday olma planına zarar vermemek için bir yanında DEM Parti olan son gösterilere katılmadı. Üstünde DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın olduğu CHP otobüsünü, arkadan ve sağ şeritten kendi otomobili ile takip ediyor.

Afyon ve Bolu başta olmak üzere birçok CHP’li belediye başkanı da DEM Parti’yle yapışık durmaya tepki gösteriyor.

Bütün bu dağınıklık, ‘parti içi demokrasi’ ile izah edilmeye çalışılıyor. Oysa parti içi demokrasinin en kristal hâlinin, kurultaylarda ortaya konması gerekir. Kurultayların nasıl olduğunu da hep birlikte görüyoruz.

Boşluğa el yükseltmek

TBMM açıldığı gün Cumhur İttifakı atağa kalktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, iç cepheyi güçlendirmekten söz etti. Bahçeli, DEM heyeti ile tokalaştı. Partisinin grup toplantısındaki konuşmalarıyla tokalaşmanın anlamını her hafta biraz daha yükseltti.  Sonunda çıtayı, daha da yükseği olmayan zirveye taşıdı.

Bu süreçte CHP ne yaptı? Şaşırdı, afalladı, durakladı. “Bahçeli sözlerini geri alsa ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan Bahçeli’ye destek vermese de rahatlasak.” diye umutlandı.

Ancak beklediği olmadı. Baktı ki fırtına dinmiyor, ‘hızlandırılmış düşünme süreçlerinde’ bir buluş yaptı ve Özgür Özel günler sonra “El yükseltiyorum.” diyebildi. Söz güzeldi de içi boştu. Yolda kotarıldığı her hâlinden belliydi.

Asıl soruyu atlamayalım: 1 Ekim’den bir gün önce, ‘Kürt sorunu’ üzerine CHP’nin mutfağında bir faaliyet var mıydı? Sonuçlandırılmış olsun ya da olmasın, bir çalışma devam ediyor muydu?

Kendi içine dönme yeteneği

CHP, kendi sorunlarını ülke gündeminin üstünde tutmuş bir parti. Ülke sorunlarına hiçbir zaman yoğunlaşamadı. 

CHP’ye, yakıcı bir sorun üzerine bir soru yöneltelim. Diyelim ki; ‘İsrail, bölgemizin dengelerini bozmaya devam ediyor, bunun nerede sona ereceği belli değil. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?’ Bu soru, CHP’nin kapısından girdikten iki adım sonra başkalaşım geçirir ve CHP’liler, Kılıçdaroğlu’nun korumalarının yemek paralarını ödeyip ödememe kararını tartışmaya başlar. Şaka gibi ancak öyle.

Başa dönersek

CHP, siyaset üretemeyen bir parti. Dolayısıyla mutfağa ihtiyaç duymuyor. CHP’nin yüzyıllık ezberlerinin her yere yetişeceğini düşünüyorlar. Yazının başlığı üzerinden anlatacak olursam; CHP, bir mutfağı olmayan, hep hazırdan yiyen, menüsünü derin dondurucusuna bakarak belirleyen, paket servisle öğünlerini geçiren bir parti.