Dalga geçiyorlar! (2)

Fakat insanın en zayıf taraflarından birisi hastalıktır. Hastalık bahanesi ile hepimizi hekimlerin karşısında köle ve tutsak yapıyorlar. Şunu yapacaksın, bunu içeceksin, evinden çıkmayacaksın diyerek her türlü naneyi yediriyorlar.

Peki, sen nasıl oluyor da bütün insanların düştüğü bu tuzağa düşmüyorsun? Diye bir soru aklınıza gelebilir. Cevabı basittir. Çünkü ben devamlı olarak Kuran ve tefsirlerini okuyarak kainatın Yaratıcısı olan Rabbimin ezeli kelamını anlamaya çalışıyorum. Siyasetçilerin ve tıp uzmanlarının sözleri, bana ikinci ve üçüncü derecede etki yapıyor.

Bazı insanlar diyebilir ki; ne malum senin yanılmadığın? Cevabım yine kolay. Rakamlar değişmedi ki. Geçen yıl ölüm olayları ne kadar ise bu yıl da aynı. Ortada “salgın hastalığı var bu nedenle ölüm olayları yüz kat arttı” diye bir istatistiki kayıt yok.

Sağlık Bakanımız eksik olmasın her gün rakamlar yayınlıyor. Şu kadar kişi hastalığa yakalandı, şu kadar kişi öldü diye… İyi de bu rakamlar yıllar önce de neredeyse aynı idi. Üst solunum enfeksiyonu nedeni ile ölenler de bu kadardı zaten.  Ortada anormal bir artış yok ki…

Fakat müthiş bir “ölüm korkusu paniği” var. Bu telaş içinde insanlar kafasını kaldırıp gerçekleri göremiyor. Yahu! Korona olmasa da hepimiz bir gün muhakkak öleceğiz. Bunun için genç veya yaşlı olmak fark etmez. Ecel kapıya dayandığı an hiçbir güç buna engel olamaz. Dünya sağlık örgütü de en bilgili doktor da; çaresizdir.

Eğer Azrail kapıya dayanmamış ise bu sefer insanı hiçbir güç öldüremez. Çünkü hayatı veren de Allah’tır alan da…

O halde medya araçlarında yayınlanan propaganda yayınlarını bir tarafa bırakıp asıl gerçeklerle yüzleşmeye bakalım. Erkek gibi ölümün yüzüne bakıp bize hangi mesajı veriyor bunu anlamaya çalışalım…

Bu korku ve dehşetin temel kaynağı; hastalıkların bazen ölüme vesile olmasıdır. Hâlbuki ölüm öyle zannedildiği gibi dehşetli ve korkunç değildir. Eğer ölümün hikmeti anlaşılırsa bunun bir yok oluş değil bilakis sonsuz bir hayata açılan bir pencere olduğu gerçeği idrak edilebilecektir.

Bu konuda hayale, hüzüne kapılmadan ölüm hakikatine gerçekçi bir bakış açısı ile bakmak gereklidir. Öncelikle şu husus bilinmeli ve iman edilmelidir ki; “Ecel birdir değişmez”. Bazen ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanların öldüğü ve o ağır hastaların şifa bulup yaşadığı görülmüştür. O halde hastalık kapıya geldiğinde veya bizzat vücudumuzda etki etmeye başladığında telaş edip titremeye gerek yoktur.

Diyelim ki olan oldu ve ölüm başa geldi. Azrail meleği, ruhumuzu muhafaza etmek üzere kabz eyledi. Yine, telaş etmeye gerek yoktur. Çünkü ölüm, öyle göründüğü gibi dehşetli değildir.

Çünkü her konuda rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’in verdiği mesaja göre ölüm; Allah’a inananlar için ölüm hayat vazifesinden bir çeşit terhis edilmek, imtihan olan dünya meydanındaki talim, eğitim olan Allah’a ibadetin sona ermesidir. Namaz, oruç gibi vazifeler ölümle birlikte sona erecek nimet ve mükafat verilmeye başlayacaktır.

Diğer yandan ahirete göçmüş anne ve babamız gibi bütün sevdiklerimizle kavuşmak için bir vesiledir. Asli vatanımız olan ebedi saadet yeri olan Cennete bir davettir. Merhametlilerin en merhametlisi ve cömertlerin en cömerdi olan Allah’ın, kendi fazlından vereceği nimetlere kavuşmaktır. Madem ölümün gerçek manası imanlı insanlar için böyledir o halde bazen ölüme sebebiyet veren hastalıklara da bu şekilde bakmak gerekir. Bazı dindar insanların ölümden korkması, ölümün dehşetinden değil;  daha fazla hayır kazanacağım diye hayat vazifesinin sona erecek olmasından dolayıdır.

İşte imanlı olan insan için ölüm bir rahmet kapısı olduğu gibi maalesef Allah’a inanmayan ve Hazreti Muhammed Aleyhissalatü vesselama iman etmeyenler için de karanlıklı bir kuyu ve yok olmak gibi çok acı veren duygudan başka bir şey değildir.

İşte hastalıklara karşı şikâyet etmek yerine hastalığı ve ölümü yaratan Allah’a iman etmeli ve namaz ve oruç gibi ibadetlerimizle O’na el açmalıyız. Çünkü hastalık sayesinde insanın gözü açılır, hayatın gerçek yüzünü görmeye başlar. Ölümü hatırlar. O çok meftun olduğu makam, mevki ve para gibi geçici heveslere kapılmaz. Tam tersine eline verilmiş olan bu imkânları yerli yerinde ve Allah’ın rızasına uygun bir şekilde kullanmayı düşünür. Kıssadan hisse bu olmak gerektir ki; ecel vakti belli değildir. Allah, insanı korku ile ümit arasında bulunmak, dünyasını ve sonsuz bir ömür olan ahretini kurtarmak için ölümün vaktini gizlemiştir. Ölüm; her an insanın kapısını çalabilir. Allah korusun bir gaflet anında bizi yakalar ise sonsuz hayatımızın mahvına dahi yol açabilir. Hâlbuki hastalıklar sayesinde gafil olmaktan kurtulur ahireti düşünebilir ve ona göre hazırlığımızı yapabiliriz.

Eğer hastalığın hikmetlerini tam olarak anlamak istiyor iseniz Bediüzzaman Said Nursi’nin “Hastalar Risalesi” kitabı, hastalığın hikmetini anlamaya yarayacak bir reçete gibidir. 25 adet ilacı olan bu eseri okuyarak hastalıkların anlamını idrak etmek mümkündür, vesselam…