Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!

Atasözleri... Güzel yurdum insanının nesilden nesile aktarılan düşünceleri. Üç beş kelime ile bir kompozisyon yazılabilecek kadar uzun uzadıya konuşmadan, tabiri caizse “taşı gediğine koyan” sözler. Tabii anlayana. Ya da anlamak isteyene...

OKUMUYORUZ

Günümüzün en büyük sorunlardından bir tanesi maalesef okumuyoruz. Ama hiçbir şey okumuyoruz. Ne bir gazete, ne bir makale, ne bir düşünce yazısı, ne de bir kitap. Hiçbir şey okumadığımız için hiçbir şey üretemiyor, hiçbir şey yazamıyoruz. Gündemden uzağız. Bizim gündemimizde olan şeyler sosyal medyaya düşen konular. Sosyal medyaya düşen konularla ilgili de bir araştırma yapmıyoruz. Öncesi neydi, sonrası ne olacak, bunun sonu ne olabilir?.. Ne merak ediyoruz ne de bir gelişmeyi önemsiyoruz. Sadece önümüze düşen gelişmeleri medyatik bir şekilde takip ediyor, ağzımız açık şaşırıyoruz. Maalesef durum bu. Sosyal medya haberciliğiyle birbirimize haberleri paslıyor, doğru yanlış her türlü bilgiyi ulaştırıyoruz. Ortaya çıkan sonuç: Koskocaman bir bilgi kirliliği…

DAM ÜSTÜNDE SAKSAĞAN, VUR BELİNE KAZMAYI!

Yüzyıllar öncesinde söylenen bu söz tam da hiçbir şey bilmeden çok şey bilip konuşanları susturmaya yarayan bir susturucu aslında.

“Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!” atasözü, genellikle saçma sözler ya da gereksiz konuşmalar karşısında kullanılan bir cümledir.

Eğer gerçekleşen bir olayın sebebi ve sonucu arasında mantıksız bir ilişki varsa bu mantıksızlığı belirtmek için bu atasözü kullanılır. Yani sebepler ve sonuçların birbiri ile olan ilişkisi mantıksızsa ve herhangi bir bağlantı kurulamıyorsa, bu durumda bu atasözü ilaçtır. Aynı zamanda gereğinden fazla lüzumsuz ve çok konuşan bir insanın durumuna tepki göstermek için de bu atasözü tam yeridir.

ESKİLER NE GÜZEL SÖYLEMİŞ...

Eskilere duyduğumuz hayranlıktan değil, sadece gerçekten düşünerek konuşan insanların özde sözlerinin ne kadar doğru olduğunu anlatmak meramım. Düşünerek konuşmak. Konuşurken ağzından çıkan sözcüklerin ne anlama geldiğini, karşı tarafın ne anladığını anlamak. “Çok gezen mi çok bilir, çok yaşayan mı?” sorusunun cevabını gerçekten iyi anlamak. “Eskiler ne kadar güzel söylemiş...” yorumunu söylerken bile anlatarak yapmak.

KENDİMİZİ YETİŞTİRELİM

Bir insanın kendini yetiştirmesi yaşadığı çağa göre olur. Bundan 30 yıl önce şu anda elimizin altında bulunan hiçbir teknoloji yoktu. İletişim şimdiye göre yok denecek kadar azdı. Bir haberin doğruluğunu öğrenmek için bakabileceğimiz kaynak sayıları azdı. Bırakın onu bunu, bir yerden bir yere gitmek bile zordu. O kadar zorlukların arasında insanlara doğru bilgiyi ulaştırmak için çaba sarf eden kişiler büyük bir takdiri hak ediyor bence. Bize ise sadece duyduğumuzu, gördüğümüzü, öğrendiğimizi, “Acaba doğru mu, yanlış mı?” diye sorgulamak kalıyor. Bu da insanın kendisini yetiştirmesi, aile içindeki duyarlılıkla alakalı. Kendisini geleceğe hazırlayan bir genci mutlaka ailesi çocuk yaşlarda motive etmiştir. Çocuk yaşlarda hafızaya alınanlar hiçbir zaman unutulmaz. Bir insanın karakteri ailede çocuk yaşlarda başlar. Doğruyu yanlışı o yaşlarda öğrenmeye meyilli olur. Sonrasında kendisini geliştirmesi de yine ailenin doğru yönlendirmesiyle şekillenir. Yani bir çocuğun karakteri aslında ailenin karakteridir.

Hababam Sınıfı’nda Mahmut Hoca’nın söylediği gibi:

Karnedeki zayıf notlar, aslında anne ve babanın aldığı notlardır.

Yeniden görüşmek üzere, hoşça kalın…