Davet Bilinci - 2 -

İslâm’a davet, onun ele aldığı bütün mevzûlarda geçerlidir. İslâm’ın dünya ve âhirete dâir getirdiği esasların tümünün beşeriyete intikal ettirilmesi, davetin muhtevâsına girmektedir. Bu bakımdan İslâm davetinin geniş bir uygulama sahası ve büyük bir muhâtap kitlesi vardır. Peygamberlerin, biricik vazîfesi kılınan tebliğ, Müslümanların da en başta yapması gereken vazîfelerinden biridir. Her Müslüman gücü, bilgisi, kültürü ve bulunduğu konum nisbetinde bu vazifeyi îfâ etmek ve kendinden başlayarak ulaşabildiği insanları bilinçlendirmekle, şuurlandırmakla mesuldür 2. İslâm’da Davetin Önemi Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 41/33) “İşte bunun için (Allah’a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Şurâ, 42/15) Bu ifadeler davetçinin davet ettiği şey ile amel etmesinin davetten bir parça olduğunu göstermektedir.

Bu ayrıntılara çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Çünkü İslâm’ın varlığını sağlayan davet olmadan İslâm’ın etkin bir şekilde varlığından bahsetmek mümkün olmaz. Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ilk inen âyet olan “oku” (Alak, 96/1) ifadesi ile hem kendisi hem de diğer insanlar için okuması emredilmiştir. Yine Hz. Peygamber (s.a.s.)’e inen ilk âyetlerden biri de: Kum fe enzir! “Kalk ve (insanları) uyar!” (Müddesir, 74/2) âyetidir. Rasûlullah (s.a.s.)’in İslâm’a davet etmesiyle hem İslâm hem de Rasûlullah (s.a.s.)’den sonra bu hayırlı risaleti taşıyanların en hayırlısını oluşturan ilk Müslümanlar meydanda var olmuştur. Bu ilk müslümanların davetiyle İslâm, diğer insanlara intikal etmiştir. Böylece bu güne kadar dava sürmüş ve Kıyamet gününe kadar da sürecektir. “İnsanlara hatırlat. Çünkü hatırlatma imanlı kimselere fayda verir.” (Zâriyât, 51/55) İnsan her zaman uyarılmaya, yol gösterilmeye muhtaçtır. İnsan öğrenmediği ve bilgilendirilmediği takdirde hata eder.

Müslümanları yanlış fikirlerin etkisinden arındıran İslâm’a davet olmadan tevhid bilinci oluşmaz, şirkten küfürden, bid’at ve hurafelerden, haramlardan, günahlardan sakınmak mümkün olmaz. İslâm’a tabi olanların nefislerinde İslâm’ın arı ve duru olabileceği düşünülemez. İslâm’a davet olmadan İslâm’ın hayata hâkim olması düşünülemez. İslâm’a davet olmadan İslâm’ın güçlü bir şekilde dünyaya yayılması tasavvur bile edilemez İslâm’a davet ile İslâm, geçmişteki izzetine ve gücüne kavuşur. Bugün bizler buna ne kadar da muhtacız. İslâm’a davetle İslâm, tüm insanlar arasında yayılır. Bu nedenle davet, İslâm’da önemli bir husus ve hayati bir iştir. İslâm’ın gönüllerde yer edebilmesi ve yayılması için gerekli bir unsurdur. Davet, İslâm’ın doğuşu ile başlamıştır, birlikte yürümüştür. Allah’ın yeryüzünün tamamını yok edeceği Kıyamet gününe kadar da devam edecektir. Bu sebeple İslâm’a davet; müslümanların hayatlarında önem kazanmalı, en fazla önem verdikleri bir iş olmalıdır.

Bu uğurda vakitlerini harcamalılar ve emek sarf etmelidirler. Asr Sûresinde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Asr’a yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan, ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (Asr, 103/1-3) Demek ki, diğerleri zarardadır, ziyandadır, sonları perişanlıktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Andolsun Biz, her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ etmesi için) bir Rasul gönderdik. Böylelikle onlardan kimine Allah, hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradığı sonucu görün.” (Nahl, 16/36) Allah’a kulluk yapmayanlar, O’nun emir ve yasaklarına uymayan, İslâm’ın hükümlerine karşı çıkanlara Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İşte bu size vaad edilen cehennemdir. Küfür ve inkârınız sebebiyle, yaptığınız kötülüklere karşılık bu gün girin ateşe (cehenneme)” (Yâsin, 36/63-64) denilecektir. “Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz.” (A’râf, 7/172) “Peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdik ki, peygamberler geldikten sonra, insanların Allah’a karşı herhangi bir bahaneleri olmasın.” (Nisâ, 4/165) Bu gerçekleri Rabbimiz bizlere bildirmektedir. Dünyaya dalmamak, dünyaya aldanmamak esastır. Bize düşen bu fâni dünyanın geçici malına, mülküne, zevkine aldanmayıp Allah’a iyi kul olmaya çalışmaktır.

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: “Önce yakın akrabanı uyar!” (Şuarâ 26/214) “Ey insanlar! Kendinizi ve ailenizi (yakınlarınızı) yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten (cehennemden) koruyun” (Tahrim, 66/6) Allah’ın emrettiklerini yaparak ve yasak ettiği günahlardan sakınarak kendimizi ve yakınlarımızı cehennem ateşinden korumaya gayret etmemiz gerektiği gibi, aynı şekilde diğer insanların da cehennem ateşinden korunmaları için gücümüz yettiği ölçüde onları da hakka çağırıp bâtıldan sakındırmaya gayret göstermeliyiz. (Devamı yarın)