İslâm hukukunda serbest piyasa düzeni önem kazanmış ve devletin ekonomiye karışması doğru bulunmamıştır. Bunu hadis ve fıkıh alimlerinin kitaplarında çok rahatlıkla görebiliriz.
Bu konuda önce her konuda rehberimiz olan Resulullah, ne demiştir önce bunu söyleyelim:
Medine’de fiyatlar pahalanmıştı. Halk; “Ey Allah’ın Resulu, bize narh koy” dediler. Resul-u Ekrem (asm) şöyle buyurdu: “Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem” (Ebû Dâvûd, Büyû’ 49; Tirmizî, Büyü’, 73; İbn Mâce, Ticârât, 27).
Yine Ebû Hüreyre’den rivayete göre, bir kişi; “Ey Allah’ın Resulu bize narh koy” demişti. Hz. Peygamber (asm), “Belki Allah’a dua ederim” buyurdu. Sonra, başka bir adam gelip, “Narh koy” dedi. Hz. Peygamber (asm) ona da şu cevabı verdi: “Fiyatları ucuzlatan ve pahalandıran Allah’tır” (eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, V, 219).
Bu hadislerde de görüldüğü gibi İslam dini; alış-verişte kârı yasaklamadığı gibi, onun için bir sınır da koymamıştır. Ancak alış-verişlerde yalan, hile, malın kendisinde olmayan sıfatlarla övme veya satılacak maldaki bazı kusurları gizleme yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Birbirinizin mallarını bâtıl yollarla yemeyiniz. Ancak bu, sizden karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret malı olursa müstesnadır” (en-Nisâ, 4/29). “Yeryüzünde yürüyen ve rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir” (Ankebut , 60)
Hz. Peygamber (asm) döneminde piyasaya müdahale edilmeyip, piyasa fiyatlarının serbest rekabetle meydana gelmesi önemsenmiştir. Zira satıcının kendi mülkünde mutlak tasarruf hakkı vardır. Alış verişlerde ise karşılıklı rıza esası getirilmiştir.
İslâm ticaret hukukunda çeşitli mallara yüzde hesabıyla bir kâr haddi belirlenmemiştir. Genel olarak arz ve talep kanunlarına bağlı, serbest rekabet esasları içinde kendiliğinden oluşacak fiyatlar ölçü alınmıştır. Rezzak olan Allah bir dest-i gaybi ile nice canlının rızkını vermektedir. Serbest rekabet esasını korumak ve insanların temel ihtiyaçlarının istismarını önlemek için faiz gibi haksız kazanç yolları ise yasaklanmış ve kkapatılmıştr.
Medine Şehir devletinde arz ve talebin karşılaşması ile serbest rekabet sonucu, bir piyasada oluşan fiyatlar ölçü alınarak satış yapılmıştır. Kıtlık, mal darlığı, arzın kısılması veya tüketicilerin alım gücünün yükselmesi gibi sebeplerle veya ekonomik bir sebep olmaksızın sosyalnedenlerle piyasa fiyatları normalin üstünde artabilir. İşte böyle bir durumda dahi devletin fiyatlara müdahalesi doğru bulunmamıştır. Ekonomi; yüzyıllar sonra gelen klasik iktisatçıların öngördüğü gibi “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışı ile sürdürülmeye çalışılmış devletin müdahalesi uygun görülmemiştir.
Çünkü “Şüphesiz rızık veren mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır” (Zariyat, 58) ayetinde geçtiği üzere rezzak olan Rabbimiz tarafından besleniyoruz. “Dest-i Gaybi” adı verilen “görünmez el” rızkın insanlara ulaşmasını temin eder. Bu görünmez el; Allah’ın Rezzak elidir. İnsanların kirli eli karışmadıkça ve karıştırmadıkça daima en zayıf canlılara dahi Allah’ın rızkı ulaşır.
İslam’dan öğrenmiş olsa gerek 1700’lü yıllarda yaşamış Adam Smith’de devletin piyasaya müdahalesine karşı çıkmıştır. İslam’daki “dest-i gaybi” ifadesini değiştirmeden “görünmez el” teorisi ile açıklamıştır.
Bu görüşe göre bir görünmez el, ekonomiye yön verir. İnsanların kendi menfaatleri gereği piyasalara devletin müdahale etmesine gerek kalmaksızın düzene kavuşur. Bu konuda sayısız bilimsel çalışma yapılmış ve “görünmez el” teorisi geniş çevrelerde kabul görmüştür. Batı dünyasının ekonomik ve sosyal gelişmesinin en önemli nedenleri arasında bu teorinin çok önemli bir yeri vardır. Batılılar İslam dünyasından çok önemli kazanımlar elde etmiş öğrenmiş oldukları ticari kuralları kendilerine tatbik ederek güç ve kuvvet elde etmişlerdir. Peygamber Efendimizden (asm) hemen sonra Dört Halife Döneminde de serbest piyasa modeli uygulanmıştır. Bu konuda en çok bilinen olay; Hz. Ömer’in halifeliği döneminde fiyatlara müdahaleden kaçınmasıdır. Halife Hz. Ömer (r.a) Musallâ çarşısında Hâtıb b. Ebî Beltea’ya satmakta olduğu kuru üzümün fiyatını sorar. İki müdd’ünün bir gümüş dirhem olduğunu öğrenince, fiyatı ucuz bulan Halife şöyle der: “Tâif’ten üzüm yüklü bir kervanın gelmekte olduğunu haber aldım. Onlar senin fiyatına aldanırlar. Ya fiyatı yükselt, ya da üzümünü al, evine götür, orada istediğin fiyata sat”. Ancak daha sonra Hz. Ömer kendi kendine düşünmüş ve Hâtıb (r.a)’ın evine giderek şöyle demiştir: “Sana söylediklerim ne emirdir, ne de hüküm. Bu belde halkının iyiliği için arzu ettiğim bir şeydir. Nasıl ve nerede istersen satabilirsin” (Şafii, el-Ûmm, II, 209; İbn Kûdâme, el-Muğnî, IV, 240).