Demek ki Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve uygulanan siyasal sistem iyi bilinmiyor. Bu konuyu izah etmek zarureti var zira sadece bir partinin genel başkanı değil öğretim görevlileri başta olmak üzere siyaset konusunda ne kadar yetkili kişi varsa çoğunluğu hep beraber çuvallıyor, hata yapıyor.
Aslında bu mesele tartışılmayacak kadar basittir. Diktatörlük konusundaki seviyemiz çok ileridir. Öyle ki Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de uygulanan model birçok ülke tarafından örnek alınmış ve hayata geçirilmiştir. Lakin bunu yapan Avrupa ülkeleri bizdeki kadar açık ve pervasız değil üstü örtülü, politik bir şekilde hayata geçirmişlerdir.
Batılı otoriter yöneticiler; M. Kamal’ın meclis kürsüsünden pervasızca yaptığı konuşma gibi hiçbir zaman niyetlerini belli etmezler. Onlar sinsi ve gizli bir biçimde icraatlarını yaparlar. Hatırlatayım; M. Kamal saltanatın kaldırılması ile ilgili olarak Nutuk’ta şöyle söylüyordu:
“Önümdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şu beyanatta bulundum: Efendim, dedim; hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşayla verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. … Burada içtima edenler, Meclis ve herkes, meseleyi tabiî görürse fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde yine hakikat, usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal, bâzı kafalar kesilecektir!” (Nutuk – 1927. S. 422)
Nitekim İstiklal mahkemeleri vasıtası ile yönetime muhalefet eden birçok siyaset adamı, gazeteci, asker ve dindar insan idam edilmiş, sudan bahanelerle ortadan kaldırılmıştır. Sıranın kendisine geldiğini gören Rauf Orbay ve Mehmet Akif Ersoy gibi zatlar kapağı yurt dışına atıp canlarını kurtarmış en azından kodeste yatmaktan kurtulmuşlardır. Bunların sayısı çoktur hatta kendilerine “150’likler listesi” de denilse ve aşiret ağaları, şeyhleri, hocaları da hesaba katsak, binlerce insanımız yurt dışına kaçmak zorunda kalmışlardır.
Diktatörlerin en önemli özelliklerinden bir tanesi kendilerine has bir lakapları olmasıdır. Mesela eski Venedik ve Ceneviz yöneticilerine söylendiği gibi İtalyan Faşist Liderinin lakabı “Duçe” idi. Keza Adolf Hitler’in kullandığı Führer, “tek halk, tek imparatorluk ve tek lider” (Ein Volk, ein Reich, ein Führer) ilkesinin gerektirdiği şekilde kullanılmıştır.
Türkiye’de de “Tek Adam” denilen M. Kemal, ismini beğenmeyip “Kamal” adını kullanmıştır. Gerçi Türk halkı, onu Batılı emperyalistlerle mücadele eden “Paşa” ve “Gazi” ünvanı ile nitelendirmesine karşılık bunu da beğenmemiş hatta paşa, hoca, şeyh vs. bütün unvanları kaldırarak Kamal Atatürk ismini ölene kadar kullanmıştır. Yerine geçen İnönü ise geri kalmayarak “Milli Şef” adıyla anılmaktan çekinmemiştir.
Diktatörlerin bir kısmı ise askerlikteki rütbeleri ile anılmak isterler. General unvanı çok hoşlarına gider. Mesela “General Franco” ve “General Charles de Gaulle”gibi. Bunu sivil yönetimim başında olduğu zamanlarda dahi kullanmaktan çekinmezler. “İkinci adam”olarak tanınan İsmet İnönü, kendisine “İsmet Paşa” denilmesinden hiç rahatsız olmazdı. Keza 12 Eylül 1980 darbe lideri Kenan Evren de “Paşa” unvanını kullanmaktan çekinmemiştir.