Dünya çok küçük; Orta Doğu çok daha küçük

Geçen hafta çarşamba günü, silahlı muhalif ve cihatçı örgüt HTŞ, Suriye’nin İdlib ve Tel Rıfat kantonlarında Esed yönetimine karşı son yılların en büyük saldırısını başlattı. Cumartesi günü itibarıyla ülkenin ikinci büyük kenti Halep'in “büyük kısmının” kontrolünü ele geçirdiler. Suriye ordusu, birliklerini geçici süreliğine şehirden uzaklaştırdı. Rusya önce sessiz kaldı sonra hava savunma desteği ile Hama ve Halep'e yönelik saldırıları püskürttü. HTŞ ve diğer muhalif örgütlerin Menbiç’e doğru ilerlemesi beklenirken -keza bizim sınır güvenliğimiz için gerekli olan buydu ve olmadı- Hama ve Şam’a doğru hareket ettiği dile getiriliyor.

HTŞ, 2011 yılında El-Kaide'ye doğrudan bağlı olarak Nusra Cephesi adı altında kurulmuştu. Birdenbire nasıl oldu, nasıl tekrar tarih sahnesine bu şekilde giriş yaptı? Gerçekten açıklamak zor. Örgütün elinde bulunan silah ve mühimmata bakıldığında Amerika ve İsrail desteği olduğu şüphesiz ve anlaşılıyor ki Biden yönetimi, giderayak Trump‘ın kucağına yepyeni bir Orta Doğu bırakmak istedi. Bu yeni Orta Doğu sarmalı, Suriye’nin bölünmesi, Rusya’nın Ukrayna’dan vazgeçmemesi ve İsrail’in İran hedeflerini gerçekleştirmesi şeklinde olabilir.

Peki bu süreçte kim daha ihtiyatlı, kim daha hesapsız kitapsız bir strateji izleyecek? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki antidemokratik yönetimler, toplumlar için huzur, zenginlik ve özgürlük amaçlamadıkları için onlara destek olan yönetimlerin de kendileri gibi antidemokratik olduklarını unutmamak lazım. Suriye, Rusya ve İran arasındaki denklemde üç ülke yönetiminin de temel amacının toplumlarına huzur, özgürlük ve zenginlik vadetmediğini görürüz. Türkiye gibi demokratik ve kadim devlet geleneği olan ülkelerin, daha ihtiyatlı davranacağı kesindir. Suriye ile “ihtiyat” kelimelerini ise yan yana getirmek mümkün değildir. Bu nedenle ekran başındaki “çubuklu hocalar”a göre hamle yapmayacağız.

Yapmamız gereken, bazı gerçekleri duygularımızla reddetmekten vazgeçmek olmalı. Öncelikle gelir adaletini sağlamamız gerekiyor. Orta sınıfın eridiği, üst gelir grubuyla alt gelir grubunun arasındaki makasın açıldığı, milyonerlerin sayısının nüfusun yüzde 10’u olduğu bir toplumda asla istikrar olmayacaktır. Zengin ve yoksul arasındaki dramatik fark yeni bir şey değil. Ancak bugün, bir gecekondu mahallesindeki çocuk üç adım ötedeki gökdeleni görebiliyorsa; elinde akıllı telefon olan bir baba, çocuğuna pazardan ayakkabı alamazken başka birinin çocuğunun 1000 dolarlık ayakkabı giydiğini görüyorsa; bazı fırsat eşitliklerinin sağlanmadığını fark ediyorsa bu durum yaygın bir adaletsizlik hissi yaratır ve insanların sisteme olan inancını zayıflatır. Tüketim toplumunda beklentiler, hükûmetlerin sunabileceğinden daha hızlı artarken dışımızda gelişen her gelişme ve çatışma, bize olumsuz ve farklı tesirleri ile yansır.

Tüm ekonomik, sosyal ve kimliksel sorunlarımızı bir anda çözmek mümkün değil ki çözümün kolay bir cevabı da yok. Türkiye’de herkesin; dindarların, Kürtlerin, Alevilerin kendi geleneklerinden, dinlerinden, etnik kökenlerinden, ulusal kimliklerinden aldıkları anlamı saygı ile karşılamalıyız. Elbette kimliklerimizi koruma arzumuz, başkalarına saygısızlık veya egemen olma dürtüsüne yol açarsa bunun, millet olma bilincimize hizmet etmeyeceğini düşünüyorum. Ancak Suriye’deki Esed yönetiminin Nusayri mezhebi üzerinden veya cihatçı HTŞ örgütünün Sünnilik üzerinden başka inanç gruplarına zulmetme nedeni olduğunda, bizim gibi farklı etnik kimlikli, farklı mezhepli toplumların kendi medeniyetlerini korumak için çok daha büyük gayret sarf etmesi gereklidir.

Suriye’de düzenin çöküşü, Esed gibi Baas rejimi liderlerinin meşruiyet arayışı değildir. Tek amaçları, farklı kimlikleri ezmek ve politik muhalefeti zulme uğratmak veya diğer dinî mezhepleri şeytanlaştırmak yoluna gitmektir. Suriye'nin iç savaşını çıkaranlar, şimdi yoksulluk ve özgürlük sorunlarını çözemeyen ülkeleri hedef alıyor.

Mezhepçilik, eski imparatorluk hayalleri ve kan dökme zihniyeti hızlı bir şekilde değişmeyecek.

Devlet Bahçeli’nin çağrılarının önemine binaen karşılaştığımız ve karşılaşacağımız zorlukların farkına varmamız gerekiyor. Devlet aklına güvenmemiz ve sesine kulak vermemiz gerekiyor.

Bu çağrılar toplum genelinde vicdanen ve aklen karşılık bulmalı, tüm aktör ve liderleri harekete geçirmeli, toplum olarak cevabı da tek vücut misali vermeliyiz…