Mü’minler olarak biz, dünya hayatında kazandıklarımızın gerçek sahibi olmadığımıza inanırız. Hikmet ehlinin ifadesiyle; Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi; Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan! Oyalanma vasıtası olan malın kazanılması ya da kaybedilmesi âhiret hayatı ile bağlantılı düşünüldüğünde çok fazla önem taşımamaktadır. Asıl dikkat edilmesi gereken nokta, dünyadaki varlığımızın hesabını, âhirette kolaylıkla verebilmektir. Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”18 Bu âyet-i kerime, dünyaya dalıp âhireti unutmamayı, dünyada verilenlerden istifade ederek ve gerektiği gibi kullanarak ebedi mutluluğu elde etmeyi, ömrümüzün kısalığını ve geçiciliğini unutmamayı, kendimizi daima murakabe ederek hayatımızı kontrollü bir şekilde sürdürmemizin lüzumunu vurgulamaktadır. Yüce Allah Şöyle buyurur: “İman eden ve sâlih amel işleyenler için güzel bir gelecek ve mutluluk vardır.”19 Âyette, güzel bir gelecek ve mutluluğun, iman edip sâlih amel işleyenlerin olacağı belirtilmektedir. Bu sebeple dünya hayatınım gerçeğini anlmak gerekiyor. İman etmek ve bu imanın gerektirdiği şekilde güzel davranışlarda bulunmak, helâl ve haram kavramlarını en ince noktasına kadar düşünüp bu doğrultuda hareket etmek, mü’min için gerekli davranışlardandır. Çünkü dünya ve âhiret saadeti bu şekilde kazanılır.