Mehdi-i ali Resul yani Peygamber Efendimizin (asm) neslinden gelecek ve İslam düşmanlarına karşı mücadele edecek zat, günümüzde fazlası ile inkâr edilmektedir. Herhangi bir dini eğitimi olmamasına rağmen İslam dininde böyle bir kavramın olmadığını söyleyenlerin sözleri itibar görmekte ve sesleri her geçen gün daha fazla çıkmaktadır.
Feto zındığı yetmiyormuş gibi bir de Adnan Oktar denilen sapığı bahane ederek; hem dine hem de İslam kaynaklarında yer alan “Mehdi” kavramına karşı büyük bir algı operasyonu yürütülmektedir. Bu kadar inkârcıya karşı elbette cevap verme zaruriyatı bulunmaktadır. Aksi takdirde cehaletleri ile meşhur bu insanların sözlerinde hakikat var, zannedilip ciddi hataya düşme ihtimali vardır.
İnkârcıların en önemli argümanı; Mehdi ve mehdilik kavramının Kur’an’da geçmediği iddiasıdır. Bunlara verilecek cevap çoktur. Ehli sünnetin muteber gördüğü eserlere müracaat ederek kısa ve akla gelen birkaç tanesini arz edelim.
Öncelikle Kuran’da yaş ve kuru her şey mevcuttur. Fakat her konuyu herkesin anlaması mümkün değildir. Zira insan aklı ve ilmi, bu kadar büyük hakikatleri anlamaya kâfi gelmez. Bazen işaretle bazen peygamber kıssaları ile çok büyük hakikatler; Kuran’da izah edilerek inananlara yol gösterilmektedir. Lakin bütün dikkatini dünyanın siyasi olaylarına hasreden, mal mülk, para, makam ve mevkii peşinde geçiren insanların bu derin hakikatleri anlamaya ne vakti ne de zihni melekeleri yeterli değildir. İşte bu yüzden atalarımız “idrak-i meali bu akla gerekmez zira akıl bu kadar sıkleti çekmez” demişler.
“Leyselil insane illa ma’sa-insana ancak çalıştığının karşılığı vardır” buyuran Rabbimiz diğer ilimler ile birlikte Kuran ilminin de çalışıp çabalayarak öğrenilmesi gerektiğini emreder. Peygamberimiz (asm) ilim (hikmet) öğrenmenin kadın erkek bütün müminlere farz olduğunu bildirmiştir.
Buraya kadar ilim ve hikmet konusunun nasıl geniş bir konu olduğu derya hatta okyanus kadar derinliği bulunduğunu ifade etmeye çalıştık. Bundan sonra çok sual edilen “Mehdi” hakikatine bir bakalım.
Kuran’da açıkça ifade edilmemiş olmakla birlikte hadis kitapların çoğunda açıkça “Mehdi-i Al-i resul” hakkında geniş bilgiler mevcuttur. Birkaç tane Vehhabi kafalı veya mezhepsizin sahih hadisleri inkâr etmesi yüzünden; bu hakikatleri bizim de inkar etmemize gerek yoktur. Burada sadece şu hususu zikrederek mevzuyu en basit zihinlerin dahi anlayabileceği şekilde ifade edelim:
Evet, Mehdi vardır ve Hazreti Muhammed Aleyhissalâtü vesselam söylemişse, hakikattir. Çünkü o ancak kendisine vahyedileni söyler. (İn hüve illa vahyun yuha) Düşmanlarının tasdikiyle dahi en küçük bir yalanına rastlanmamıştır.
Burada bir kısım kişilerin asıl sorunu; hadis kitaplarında Mehdi’den bahsedildiği bilinmekle birlikte her asırda gelen mehdiler ile ahir zamanda gelecek “Büyük Mehdi’nin” özellikleri birbirine karıştırılmasıdır. Eğer bu hususa bir parça dikkat edilse bu konudaki kafa karışıklığı giderilecektir.
Şimdi gelelim “Mehdi” hakikatının anlaşılmasına ve lüzum-u hikmetine. Evvela: Mehdi meselesinin çok önemli bir hakikat olduğunu; günde beş vakit kıldığımız namazdaki dualarda görebiliriz. Zira 1400 yıldır Ümmet-i Muhammedin (asm) en çok ettiği dua; namazlardaki salli ve barik dualarıdır ve bu “Mehdi hakikati” dualarla yakından alakalıdır.
Bu dualar; bütün namazların son oturuşlarında Ettehiyyatü’den sonra, Teravih namazının ikinci rekâtının sonunda, ve cenaze namazında ikinci tekbirden sonra okunur. Okunuşu ve meali şu şekildedir:
“Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke hamidün mecîd”.