Ehl-i Sünnet’in bu kuşatıcı ve kucaklayıcı istikamet çizgisinin bir temsilcisi olarak Risale-i Nur, ittihad-ı İslâm idraki içinde İslâm’ın ana caddesinde mü’minlerin ortak yürüyüşünde bir muvazene ve itidal örneğini teşkil etmektedir. Bu noktada Bediüzzaman’ın hayatı ve eseriyle ortaya koyduğu örneklik ve ölçülerin, hem gereğince anlaşılıp hem de uygun bir üslupla geniş Müslüman kamuoyuna mal edilmesi gerekmektedir.
Bu çerçevede, kendilerini “özne”, sair kişi ve grupları ise “nesne” olarak gören problemli bir anlayışa karşı Müslüman dünya içindeki bütün kişi ve grupların uzak durması beklenmelidir. Ümmetin sair fertlerini dalâlette, kendisini ise kurtarıcı olarak gören bütün yaklaşımlar tehlikelidir. Müslümanlar, “hakikatin bir olmakla birlikte, çok renkleri ve veçheleri olduğu” gerçeğinden hareket eden bir ihtilaf ahlâkıyla hareket etmelidir.
İnsanların anlam ve aidiyet ihtiyacı hissetmeleri fıtrîdir. Bu ihtiyaçları suiistimal eden müfrit ve marazî yapıların mevcudiyeti, onların fıtrî ihtiyaçlar olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Problemli olan, bu fıtrî arayış ve bağlılığın marazî bir bağımlılığa dönüşmesidir. Dolayısıyla yapılması gereken, bu iki ihtiyaca cevap veren sıhhatli mecralara sahip çıkılması, bu ihtiyacı suiistimal eden yapılara karşı da bir uyanıklık ve dikkatin geliştirilmesidir. Bunu anlamada temel bir ölçü, insanların aidiyet ihtiyacına cevap veren yapıların mensubu olan kişilerin akıl ve iradesine kapı mı açtığı, yoksa akıl ve iradesine ipotek mi koyduğu; muhakeme ve müzakereye mi, yoksa körü körüne bağlılığa mı davet ettiğidir.
Kendini ümmetin ortak aklının murakabesine kapatan her türden eğilim, tehlikelidir. Kur’ân, sünnet ve İslâmî miras ile ilişkinin niteliği bu noktada büyük önem arz etmektedir. Bu temel kaynaklardan beslenen her yapı ve her yaklaşım makbulümüz olmalıdır. Bu kaynakları kendi duruşuna “meşruiyet üretmek” üzere “kullanan” yapı ve yaklaşımlara karşı ise tedbir gerekmektedir.
Önemli bir kısmı şiddete de başvuran aşırı yapı ve yaklaşımların Müslüman toplum içinde hangi kesimlerde kendisine zemin bulabildiğine dair ciddi sosyolojik ve psikolojik
çalışmalar yapılması gereklidir. Bu aidiyetlerle “seçilmişlik” ve “kurtarıcılık” misyonu edinmenin cazibesi, ümitsiz ve hatta nihilistik bir hayata bu şekilde anlam bulma, dağılmış veya problemli bir aile ortamının bu yönelişteki etkisi, özellikle gençlerle iletişimde yaşanan meseleler bu çerçevede özellikle incelenmelidir. Fert olma ve ümmet içinde daha geniş bir bütünün mensubu olma arasındaki dengenin temini, mesafe ve yakınlığın doğru tespitini gerektirir. Memlekete hizmet için yakınlık, eleştirel düşünüş ve muhakeme için ise mesafe gerekir. Mesele, bu ikisi arasındaki dengeyi tutturabilmektedir, vesselam…