Elibelinde kadınların memleketinden izlenimler

Hâlen memleketimdeyim… Benim gibi duygusallığını bu şehirden alan ve bu şehrin geçmişinden beslenen birinin, her gün gördüğü bir manzara karşısında duygulanmaması mümkün olamazdı... Ki öyle de oldu… Geçen hafta nehirlerinden bahsettim, bu hafta da elibelinde kadınlarından bahsedeceğim.

Dün yine bir aile büyüğümüzün evinde, 100 yıllık kilimlerin, yastıkların serili olduğu avluda otururken kilimlerdeki motiflere gözüm takıldı. Bu motifleri çok iyi biliyorum. “Elibelinde motif” derler. Anadolu kadınının hayatın kaynağı olduğuna, toprağın bereketine, ailenin ve toplumun temelini oluşturduğuna işaret eder. Bu motif, aynı zamanda kadının gücünü, cesaretini, bağımsızlığını ve özgürlüğünü de yansıtır. Bu motif kaba çuvallar üzerine sıralar hâlinde dokunup arasına koyun yünü ilmek atıldığında, Allah’ın, toprağın bereketini artıracağına inanılır. Ayrıca gelin-ana, kız-ana gibi isimlerle de anılır.

Bu motife baktığımda özellikle ailemin 125 yıllık tarihindeki kadınların hemen hemen hepsi gözümün önünde gelip geçti ve onların bu cesareti ve özgür ruhu nasıl taşıdıklarını bir kez daha anımsadım. Büyük nenem Gogerçin, babaannem Gülizar, bu kadınlardan… Onlar bir kuzudan bir sürü, bir tarladan bin nüfus besleyen kadınlardı... İstanbul Hukuk’ta okurken arkadaşlarım feodal aile yapımı biliyor, benim sosyal hayatıma etkilerini görüyor ve nasıl olup da bu yapının içinden bir kız çocuğunun hukuk okuyabilecek seviyeye geldiğini anlamıyorlardı.

Aslında haklıydılar; bölgenin genel sosyolojisine bakıldığında kızların okutulmadığı ve feodalizmin buna imkân vermediği algısı ve bir miktar da gerçekliği vardı… Tam yansıtmasa da benim ailem bu genelin biraz istisnası gibiydi. Bizim gibi aşiret ailelerinde kız çocuklarının okutulmuş olmasının altındaki gerçeklik işte bu kadınlardan kaynaklanıyordu.

Bu yazıda asla feodal yapının ve aşiret hayatının, benim onaylamadığım bazı geleneklerini meşrulaştırmaya çalışıyorum gibi anlaşılmasın. Ataerkil ve erkek egemen toplum içindeki bu kadın figürünü, bu statüleri küçük düşüren bir hareket gibi de düşünülmesin. Feodalitenin dayattığı ve toplumun çok önem verdiği değer yargılarına “karşı duruş” ve “başkaldırı” olarak da algılanmasın. Benim annem, yengelerim dâhil bu kadınların, dedemin yanında leçekleri ile ağızlarını örtmeden konuştuklarını hatırlamıyorum ve asla yemek yemediklerini de söyleyebilirim.  Çocuklarını kucaklayıp sevdiklerini de görmedim. Toplumsal hayatın kurallarına aykırılık; ailenin, kocanın ve oğulun itibarını düşürmek olarak bilinirdi. Ve işte harfiyen bu örfün uygulayıcısı kadınlar, kız çocukları, okul çağına geldiğinde bir kız çocuğunun okula gitmesi gerektiğini söylediklerinde hiç kimse buna karşı çıkmamıştı. Bu kadınların aynı şekilde kendi kızlarının da toplum içindeki görevlerini ve yükümlülüklerini onlara “doğru aktardığı” konusunda kimsenin şüphesi olmuyordu.

Kız çocuğu okuduğunda şan ve şerefin korunduğu ve kız çocuğunun geleceğinin güzel taşlarla döşendiği konusunda bu anne figürünün liderliği yetiyordu.

Büyük nenem Gogerçin, dedem, babaannem ile 1900’lerde Kurtuluş Savaşı ve Rus İşgali sırasında köylerini terk ediyor ve Konya, Kayseri, Malatya’ya kadar geliyor, altı yıl sonra geri döndüklerinde dönemin valisi sıfatını taşıyan Bahri Paşa’nın karşısına geçip “Ya benim köyümü bana geri verirsin ya da seni Mustafa Kemal’e şikâyet ederim! Konya’dan buraya yürüyerek geldim, buradan da Ankara’ya yürürüm.” diyor, bugünkü üç köyümüzü alıyor. Beni zaman zaman Gogerçin neneme benzettiklerini belirteyim. :)

Şimdi bu kadının torunu olmanın gururunu kızıma aktarmaya çalışıyorum.

Elibelinde kadınların memleketinde koyun sürüleri köye girdiğinde sürüler on koldan akarak bir nehre varmaya çalışan dereler gibi köyün girişinde buluşurdu. Sonra bir akarsuyun kenarındaki vadilere dökülen su misali binlerce koyunun tekrar köyün ortasında ayrılarak her sürünün kendi sahiplerine yönelmesini hâlâ anlayamam. On binlerce koyundan oluşan tek sürüdeki üç yüzer, iki yüzer koyun kendi evlerine ayrılır, ilerlerler avluya girer elibelinde kadınlar onları nazlayarak sağar, daha sonra onları kuzularına kavuştururdu. Memede kalan sütü, kuzu emer tekrar çobanlarına teslim edilirdi. Ve o sütten tereyağı, peynirin en güzeli, o elibelinde kadınların emeği ile buluşur sofraya gelirdi. Şimdi ne o sürüler ne de o elibelinde kadınlar kaldı memleketimde…

Nedenlerini haftaya yazmak dileğiyle…