İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı süre içinde Erdoğan, Türk milleti tarafından fark edildi.
Yaptığı işler, İstanbul’da olduğu gibi Anadolu’nun birçok yerinde de anlatıldı.
O dönemlerde Recep Tayyip Erdoğan, icraatlarıyla bir umut olarak dikkati çekti.
Öne çıktı.
Sonra bir şiir okuduğu için yasaklandı.
“Muhtar bile olamaz.”,
“Siyasi hayatı bitti.” denildi.
Oysa bugünün tabiriyle söyleyecek olursak o dönem “yeni bir devrimci yaklaşım” yükleniyordu.
Ne demek bu?
O dönemin egemen güçlerine rağmen kimsenin öne çıkabilmesi mümkün değildi demek.
Ama “Muhtar bile olamaz.” denen Erdoğan, “cumhurbaşkanı” oldu.
“Siyasi hayatı bitti.” denilen Erdoğan, girdiği tüm seçimleri kazandı.
Neden?
Tür milleti için bir umut oldu da ondan.
Sadece Türkiye için mi?
Hayır elbette.
Belki başka bazı ülkelerde seçime girse daha fazla oy alabilme kapasitesi olan bir lider Erdoğan.
Yurt dışındaki, Afrika vb. ülkelerdeki Erdoğan sevgisine bakabiliriz.
2009’da Davos’ta katil ve soykırımcı İsrail Cumhurbaşkanı’nın gözünün içine baka baka “One minute!” dedi.
O cümleyi kurmasa, sessiz kalsa küresel sistem tarafından desteklenmeye devam eder, Türkiye’ye yatırımlar gelmeye devam ederdi. Türkiye içerisindeki “liberal, Batıcı” ekip tarafından desteklenmeye devam ederdi.
Erdoğan, “Gücünü milletten alan Erdoğan!’’ olduğunun farkındalığı ile bu çıkışı yaptı.
Yine sonrasında da BM’de “sessiz yığınlar”ın sese ihtiyacı vardı. O egemen güçlerin yüzüne tokat gibi “Dünya 5’ten büyüktür!” devrimci çıkışını da yaptı.
AK Parti’nin başlangıçtan bugüne dek aldığı oy oranlarına bakalım.
3 Kasım 2002’de girdiği ilk seçimlerde yüzde 34,4 oy aldı.
Türk milleti AK Parti’yi tek başına iktidar yaptı.
Rakibi CHP ise yarısı kadar oy alabildi neredeyse; yüzde 19,4.
Cumhuriyet mitingleri tertipledi birileri.
“Ordu göreve çağrıldı.”,
e-Muhtıra verildi.
AK Parti’ye Türk milleti yüzde 46,6 oy verdi.
Rakibi CHP ise yüzde 20,9 oy alabildi.
AK Parti, CHP’nin iki katından daha çok oy aldı.
AK Parti’ye 2008’de kapatma davası açıldı.
2011 seçimlerinde Erdoğan yüzde 49,89 oy aldı.
O dönem CHP için farklı bir senaryo devreye sokulmuş, bir kaset kumpası ile Baykal koltuğundan edilmiş, yerine “Gandhi Kemal!” diye efsaneleştirilen Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olmuştu.
Medya, gazetecilerin çoğunluğu ve bazı araştırmacılar Kılıçdaroğlu’nu destekliyordu.
Ama en parlak döneminde, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığında CHP, yüzde 26 oy aldı.
2013’te “Gezi olayları” yaşandı.
Bir gün, iki gün sürmedi Gezi olayları; günlerce sürdü…
Erdoğan yurt dışı seyahatinde idi.
Ne dönemin içişleri bakanı ne de başbakanlığa vekâlet edenler olayları durdurabildi.
Durduramadıkları gibi neredeyse eylemcilere cesaret veren bazı çıkışlar yaptılar.
Eylemlerdeki talepler çevreci gibi görünse de “İstanbul Havalimanı’na hayır!” gibi sloganlar kullandılar.
Sonra ne oldu?
Erdoğan yurt dışından döndü.
Duruma vaziyet etti ve olaylar bitti.
Gezi olaylarında bekledikleri etkiye ulaşamayan çevreler vazgeçmediler.
FETÖ tarafından organize edilen 17-25 Aralık olayları yaşandı.
Sosyal medyada bir sürü iftiralar ‘tape’ler yayınlandı.
Erdoğan, ortaya koyduğu liderlikle bu olayların da üstesinden geldi.
2014’te yapılan yerel seçimler, genel seçim havasında geçti ve AK Parti yine büyük başarı kazandı.
10 Ağustos 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP de dâhil tüm partiler Erdoğan karşısında ittifak kurmuş olmasına rağmen Erdoğan, yüzde 51,8 oy oranı ile seçimi kazandı. O seçimleri de en iyi yakalayan Optimar Araştırma oldu.
Sonra ne mi oldu?
Erdoğan cumhurbaşkanı; ayrıca bir de başbakan var: Ahmet Davutoğlu.
Davutoğlu’nun genel başkan olduğu kongrede “Bu bir veda değil, vefa kongresidir.” konuşması hâlâ internette bulunabilir. Ama Davutoğlu’ndan ‘vefa’ dışında her şeyi gördük.
Erdoğan kimler tarafından ‘manipüle’ edilerek Davutoğlu başbakan ve genel başkan yapıldı? O dönem Erdoğan’ı manipüle edenler şimdi nerede, iyi bakmak gerek.
Böyle bir ortamda 7 Haziran seçimlerine gidildi.
AK Parti oyu yüzde 41’e düştü. Ama CHP de yükselmedi, yüzde 25’te kaldı.
Hükûmet kurulamadı.
Başbakan Davutoğlu ve ona yakın ekip, CHP ile bir koalisyon kurmak istedi.
CHP ile koalisyon kurma isteği daha çok AK Parti içerisindeki Erdoğan etkisini kırmaktı.
Üstelik emperyalist Batı da bunu istiyordu.
Davutoğlu liderliğinde bir hükûmet kurulamadı.
Sıra CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na geldi.
MHP lideri Devlet Bahçeli’ye HDP’nin dışarıdan destekleyeceği bir başbakanlık teklif ettiler. Bahçeli “Millet bize muhalefet görevi verdi. HDP’nin olduğu yerde de biz olmayız.” diyerek teklifi kabul etmedi.
Böyle bir teklifi kabul etmeyecek az sayıda isim vardı.
Bu isimlerin başlarında da Bahçeli geliyordu.
İstikrarsızlık oldu.
Terör olayları arttı.
1 Kasım 2015’te seçimler tekrarlandı.
AK Parti tekrar yüzde 49,5 oy aldı.
Yani Türkiye’de yaşayan iki kişiden birinin oyunu almış oldu bir kez daha.
Şimdi size bir soru: Eğer 7 Haziran sonrası AK Parti ile CHP koalisyon hükûmeti kurmuş olsaydı bugün AK Parti’nin oy oranı ne olurdu?’’
Ben söyleyeyim, kuvvetle muhtemel AK Parti yüzde 10’lar civarında ancak oy alırdı. Belki de AK Parti diye bir parti kalmazdı.
Eğer Erdoğan, “e-Muhtıra”, “Gezi olayları”, “17-25 olayları” gibi olaylara karşı net bir duruş ortaya koymasaydı “Erdoğan” diye biri de kalmazdı AK Parti de.
Devam edelim.
Türk siyasal hayatının en önemli direnişi, 15 Temmuz Darbe Girişimi esnasında yaşandı.
Aynı zamanda Türk siyasal hayatı esnasındaki ilk demokrasi mücadelesi ve zaferi idi 15 Temmuz.
15 Temmuz gecesi MHP lideri Devlet Bahçeli’nin darbeye karşı çıkışıyla doğal bir süreç olarak Cumhur İttifakı kuruldu.
Yine Bahçeli’nin önerisiyle “cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi” için anayasa değişikliği hazırlandı. Nisan 2017’de yüzde 51,4 ile Türk milleti destek verdi ve “başkanlık sistemi” resmî olarak başladı.
Yine hatırlatmak isterim, henüz Akşener İYİ Parti’yi kurmamıştı.
Babacan ve Davutoğlu AK Parti içerisinde idiler.
Bunların hepsi anayasa değişikliğinin geçmemesi için çalışmışlardı.
2018 seçimlerine gidilirken AK Parti, MHP ve Büyük Birlik Partisi, Cumhur İttifakı olarak seçime girdiler.
CHP, yeni kurulan İYİ Parti, Demokrat Parti, Saadet Partisi; Millet İttifakı’nı kurdular.
Dışarıdan çoğu konuda ortaklaştıkları HDP bloku ile birlikte hareket ettiler.
2018 seçimlerinde AK Parti yüzde 42,6 oy alırken CHP yüzde 22,6 oy almıştı.
Cumhur İttifakı yüzde 53,6 oy almış, karşı blok ise yüzde 46,4’te kalmıştı.
Erdoğan ise Cumhur İttifakı adayı olarak yüzde 52,7 oy alarak seçilmişti.
2023 seçimlerinde ise AK Parti yüzde 35,6 oy almıştı; buna mukabil CHP ise yüzde 25,6 oy aldı.
Bu oranları bu kadar detaylı neden yazdım; biraz da oy trendlerindeki değişimleri hatırlayalım diye.
AK Parti için büyük bir yenilgi ve hezimet olan yerel seçimlere detaylı olarak pek girmeyeceğim. Fakat değinmeden de geçmek doğru olmaz.
Seçmen; belediye meclis üyesi, milletvekilliği (parti) oyu ve belediye başkanlığı oy verme davranışında farklı hareket edebiliyor. Büyükşehir ise büyükşehir belediye başkanlığı oylarında da farklı şekilde davranabiliyor.
Aynı şekilde cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde de farklı farklı tercihlerde bulunabiliyor. Buna “stratejik oy kullanma davranışı” deniliyor.
Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP ya da İYİ Parti’ye oy verenlerden Erdoğan’ı tercih edenler olmuştu.
Seçmen, özellikle de AK Parti seçmeni, yerel seçimleri bir ders ya da mesaj verme alanı olarak görüyor.
Ama geçmiş seçimlerde de görülüyor ki seçmenin tercihlerini dikkate almadan belirlenen adaylar seçim sonuçlarını ciddi anlamda etkiliyor.
Ayrıca Ankara ve İstanbul gibi yerlerdeki adayların saha performansları, sosyal medya destekleri birbirini etkileyebiliyor.
2019’da AK Parti tarafından Ankara’da belirlenen adayın, İstanbul’un da kaybedilmesine sebep olduğunu söyleyebiliriz.
Yine 2024’te de AK Parti’nin Ankara’da belirlediği adayın, Türkiye genelinde AK Parti’ye kaybettirdiğini söyleyebiliriz.
Ayrıca CHP’de İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu arasındaki liderlik kavgası, aday belirleme süreçlerindeki kamuoyuna da yansıyan para pul ilişkileri ve de başarısız isimlerin aday olarak belirlenmesi, CHP açısından süreci olumsuz bir noktaya götürdü.
Tüm bunlara bir de 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı Seçimi süreçlerini manipüle ederek “Kılıçdaroğlu kesin kazanıyor.”, “Kılıçdaroğlu yüzde 60’la kazanıyor.” vb. gibi manipülatif bir şekilde oluşturulan söylemlerin muhalif seçmende ciddi etkisi olmuştu.
Zaten seçim sonrası o dönemin İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Millet İttifakı’ndan ayrılması da muhalefet kanadındaki dağınıklığı iyice pekiştirmiş oldu.
Muhalefetin dağınık olduğu bu süreçte AK Parti için ya da genel olarak Cumhur İttifakı için avantajlı bir durum söz konusu idi. Ancak AK Parti psikolojik üstünlükle seçim sath-ı mâiline girmiş oldu.
Muhalefet dağınıktı ve kendi içerisinde kavga vardı.
AK PARTİ NE YAPABİLİRDİ?
Hükûmetin, genel ekonomik yükten etkilenmemek için çalışanlar arasında ücret adaletini sağlayarak emeklilerin ‘mağduriyet’ algısını elimine etmesi gerekirdi.
Belediye başkan adaylarının seçmen tercihlerine göre belirlenmesi gerekiyordu. Ayrıca aday belirleme metodolojisinin de ciddi anlamda tartışılmaya açılma zorunluluğu da bulunuyor.
Seçim kampanyasının da ciddi anlamda üzerinde çalışılması ve de ciddi bir saha çalışması gerekiyordu.
AK Parti bu süreçlerin hepsini hatalı olarak yaptı.
Sonuç; 14 Mayıs sonrası güçlü bir zaferi varken AK Parti elitleri bunu hezimete dönüştürdüler.
Peki buradan AK Parti açısından bir çıkış var mı?
Erdoğan “Biz bu yola, sessiz yığınların siyasette sesi soluğu olmak için çıktık.” diyor. Aslında AK Parti’nin 2002’deki seçim zaferlerinin en önemli sebeplerinden birisi de buydu.
Jean Baudrillard’ın “Sessiz Yığınların Gölgesinde” isimli bir kitabı var. Erdoğan’ın bu sözünü de duyunca aslında Erdoğan, “sessiz yığınların” gölgeden çıkmasını sağladı da diyebiliriz.
Erdoğan “Yorulan varsa kenara çekilsin.” diyor ancak kimsenin oralı olduğunu görmüyoruz. Herkes bir başkasından çekilmesini bekliyor, üzerine alınmıyor.
Ancak, “Erdemliler Hareketi” olarak çıkan AK Parti elitleri, “erdemden yoksun” bir şekilde koltukları işgal ettikleri sürece toparlanma sürecinin zorlaşacağı aşikârdır.