Eylül...

Eylül, sen ne güzel bir aysın. İsminde güzel sen de güzelsin. Ne soğuksun ne sıcak, ağaçların yapraklarına ebruli bir renk verip, sokakların kokusunu ferahlaştırıyorsun, hafiften üşütüyorsun da insanları. Okul çocuklarının seslerini yankılamaya başladın seninle onlar da coşuyor. Geceleri rahat uyuyoruz artık, yaz gecelerinin nemini aldın götürdün. Nice şarkılara söz oldun nice çocuklara da isim. Benim de bir yeğenim var ismi Eylül, eylül gibi puslu gözleri var, eylül gibi duygusal. Bir de öğrencim vardı, Eylül o da ismi gibi okadar naif ve zariftiki. Günlerden pazartesi ve eylül, okul zilleri çaldı nihayet. Öyle bir heyecan tarif edilemez ki ancak yaşanır. Benim burnuma ilk talaş kokusu gelir nedense. Yani insan öğretmenimi en yakın arkadaşımı hatırladım der, ben de talaş kokusu der dururum nasıl işlemişse içime artık. Kara tahta, tebeşir tozu, havasız kalmış sınıflar madalyonun bu yüzü de var tabii. Aman Allahım daraldım bir an. Bu konuda kötü örneğim desem hiç abartmış olmam. Okulu hem çok severdim hem de hiç sevmezdim. Çok severdim çünkü bir sürü arkadaşım vardı. Sevmezdim çünkü saatlerce kalem tutmaktan parmaklarım yorulurdu. Okula yeni başlayanlar burda mısınız? Uzun bir zaman direnip okulu geçici eğlence zannedeceksiniz, bazen huysuzca ağlayacaksınız arada bir karnınıza kramplar girecek ama bakacaksınız ki kurtuluş yok pes edip, sabahları zar zor uyanıp, yine de gideceksiniz okula, ağlamak, debelenmek hiç fayda vermeyecek, ilkokul, ortaokul, lise en son üniversite, yüksek, doktora filan da eklendimi ömrünüzün yarısı okumakla geçiyor. Her eylül gelişinde toy öğretmenlik yıllarım gelir aklıma, burnumun direği sızlar önce, sonra kendime gelirim gözlerim dolar, biraz burnum akar, gözüme toz kaçtı tiripleri yaparım. Öğretmenliğimin ilk yılları, oldukça tecrübesizim, haylaz bir sınıfa derse girmekteyim. Susturmak ne mümkün nerdeyse ağlamak üzereyim. Susun evladım sessiz olun nidalarım karşılıksız. Ceza vermeye kararlıyım, cezam şu, yüz kere ders kitabındaki filanca satırı yazacaksınız bütün öğrenciler öflüyor püflüyor bir yandan da görevlerini yerine getirmeye çalışıyorlar. Fakat bizim Hasan defteri kitabı toplamış kapıya doğru gidiyor. İnanılmaz sevimli bir afacandı kimbilir şimdi nasıl koca bir delikanlı olmuştur, yazımı okursan beni arada eskileri, senin bitirimliliğini yad edelim. Hasan, arkasına bakmadan gidiyor, ben de peşinden ne oldu Hasan nereye böyle diyorum. Hasanın cevabı şu ağlamaklı ve sinirli sen nasıl bir öğretmensin ya, o kadar ceza mı olur defterim bitecek ellerim ağrıyacak ben yazmayacağım ve gideceğim. Ben, gülmek üzereyim fakat gülüşümü de saklamam gerekli ciddi olmalıyım diye tekrarlıyorum içimden. Omuzunu silkeliyor elini kolunu savurarak konuşuyor oldukça kararlı gidecek. Yapma Hasan etme Hasan derken sınıftaki öğrenciler de bu durumdan oldukça memnun kimi gülüyor kimi Hasan’ı destekliyor, bendenizse ne yapacağını bilemeyecek durumda ve şaşkın. Benim için eylülün simgesi oldu bizim Hasan. Okulun ilk günleri geldi mi hep onun şebekliğini hatırlarım nedense. Sadece o değil ki bir de Mustafam vardı inanılmaz hayal gücü olan bir çocuk. Öğretmenler odasında ders zili çalmasını beklerken, bizim Mustafa telaşla odaya girdi. Söylediği şu, öğretmenim okula bomba koydular beş dakika sonra patlayacak dedi. Biz de ufaktan bir telaş, sakin olma çabaları, gerçek olabilir mi korkusu tüm öğretmenler birbirimize bakındık aynı anda anlaşmış gibi ayağa kalktık, Mustafa gülünce olayın şakadan ibaret olduğunu anladık, nerdeyse hepimizi tongaya düşürecekti bizim Mustafa. Sene sonu gelene kadar abartısız söylüyorum, her gün öğretmenler odasına gelip bize bir haylazlık yapar giderdi. Nerdesin Mustafa hala şakaların devam ediyor mu emin ol çok merak ediyorum. Eylül, yine geldin hoş geldin. Bize, güzel anılar bahşet olur mu...