Fransa’nın Afrika’daki varlığı, tarihsel sömürgecilik bağlarının ötesine geçerek modern siyasi ve askeri stratejilere evrilmişti. Ancak, 2024 yılının son aylarında yaşanan gelişmeler, bu bağların kopma noktasına geldiğini gösteriyor. Çad ve Senegal’in Fransız askeri varlığına son verme kararları, Fransa’nın kıtadaki nüfuzunu büyük ölçüde zayıflatacak yeni bir dönemin habercisi olarak değerlendiriliyor.
ÇAD VE SENEGAL’DEN TARİHİ KARARLAR
Afrika’nın en istikrarlı Fransız müttefiklerinden biri olarak görülen Çad, Bağımsızlık Günü’nde egemenliklerini yeniden tanımlamak adına Fransa ile savunma iş birliğini sonlandırdığını açıkladı. Bu karar, Fransa’nın Afrika’daki askeri etkisinin derin bir darbe alması anlamına geliyor. Aynı zamanda Senegal Cumhurbaşkanı Bassirou Diomaye Faye, yaptığı açıklamada, Fransız askerlerinin Senegal topraklarından çekilmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtti. Faye, “Fransızların kölelik döneminden beri burada olması başka türlüsünün mümkün olmadığı anlamına gelmiyor,” sözleriyle, Senegal’in bağımsızlık ve egemenlik arzusunu açıkça ifade etti.
TÜRKİYE’NİN AFRİKA’DAKİ STRATEJİK YÜKSELİŞİ
Fransa’nın kıtadaki etkisi azalırken, Türkiye, güçlü bir diplomasi, yatırım ve insani yardım stratejisiyle Afrika’da yükseliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde, Türkiye-Afrika Ortaklık Zirveleri düzenlenirken, Türk iş insanları kıtada büyük yatırımlar yapıyor. Ayrıca TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı), Afrika genelinde eğitim, sağlık ve tarım gibi alanlarda projeler yürütüyor. Türkiye’nin bu girişimleri, kıta ülkelerinin bağımsızlık arzusuna saygı duyan ve iş birliğini ön planda tutan bir model sunuyor.
FRANSA-TÜRKİYE KIYASLAMASI: DEĞİŞEN GÜÇ DENGELERİ
Fransa’nın kıtada askerî üslerini kapatması ve etkisini kaybetmesi, Afrika ülkelerinin farklı ortaklıklar arayışını hızlandırdı. Türkiye, “kazan-kazan” prensibiyle hareket ederek altyapı projeleri, savunma sanayi iş birlikleri ve insani yardım programlarıyla kıtanın güvenini kazandı. Somali’den Nijer’e kadar geniş bir coğrafyada Türk bayrağı, iş birliği ve yardımın sembolü haline geldi.
FRANSA’NIN SAHEL BÖLGESİNDEKİ ETKİSİNİN ÇÖKÜŞÜ
Bu kararlar, Fransa’nın Sahel bölgesindeki sömürge sonrası askeri varlığının ciddi şekilde sorgulanmasına yol açtı. Bölgedeki ülkeler, Fransa’nın askeri varlığını giderek daha fazla reddederken, Burkina Faso ve Mali’de yaşanan benzer gelişmeler, Paris’in kıtadaki nüfuzunun kademeli olarak sona erdiğini gösteriyor. Analistlere göre Çad’ın bu kararı, Fransa’nın Sahel bölgesindeki askeri hakimiyetine çakılan son çivi niteliğinde.
FRANSA’DAN SESSİZLİK VE YENİDEN YAPILANMA ÇABALARI
Çad’ın kararının ardından Fransa, yaklaşık 24 saat boyunca sessiz kaldı. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot’un Etiyopya ve Çad ziyaretleri ile Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 1944’te Fransız ordusunun Batı Afrikalı askerleri katlettiğini kabul etmesi, Paris’in Afrika’da yeniden bir denge kurma çabalarının göstergesi olarak yorumlandı. Ancak bu girişimler, bölgedeki ülkelerin artan bağımsızlık arzusunu bastırmak için yetersiz görünüyor.
MACRON’UN “YENİ ORTAKLIK” VİZYONU
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2017 yılında başlattığı “Afrika ile yeni ortaklık” vizyonu, sahada gerçek bir karşılık bulmakta zorlanıyor. Macron’un Afrika’daki askeri üsleri azaltma planı, Paris’in eski sömürgeleriyle olan ilişkilerini yeniden tanımlama çabasını yansıtıyor. Ancak, bölgedeki liderlerin artan talepleri ve halkın yükselen bağımsızlık arzusu, Fransa’nın bu hedeflerini gerçekleştirmesini zorlaştırıyor.
AFRİKA’DA YENİ DÖNEM! FRANSA’SIZ GELECEK
Çad ve Senegal’in bu kararları, Afrika’daki daha geniş bir yapısal dönüşümün parçası olarak görülüyor. Fransa’nın kıtadaki askeri varlığına son verilmesi, sadece bir güç kaybı değil, aynı zamanda sömürgecilik döneminin etkilerinin son bulmasına yönelik güçlü bir mesaj niteliğinde. Bu gelişmeler, Afrika’nın artık kendi kaderini tayin etmekte daha kararlı olduğunu ve Paris’in kıtadaki rolünün köklü bir değişim geçirdiğini gösteriyor.
Fransa için bu dönüşüm, sadece askeri stratejilerini değil, aynı zamanda Afrika’daki politik ve ekonomik hedeflerini de yeniden değerlendirmesi gerektiği anlamına geliyor. Bu süreçte Paris’in, kıtadaki etkisini korumak için sadece askeri değil, diplomatik ve ekonomik araçlara daha fazla odaklanması gerekecek.