ABD, Birleşmiş Milletler kararına aykırı olarak Kudüs’ü başkent olarak kabul etti. Bu kışkırtıcı tutumdan iki-üç gün önce de İran ile yapılan nükleer silah anlaşmasını tek taraflı olarak iptal ederek savaş kışkırtıcılığı adına büyük bir adım attı. ABD, Suriye’de PKK terör örgütüne açıkça ve hiç sıkılmadan 5000 TIR silah yardımı yaparak Türkiye’ye karşı düşmanlığını açıkça sergiliyor. 15 Temmuz 2016 darbesini yaptırdığını “ilişki kurduğumuz generaller tutuklandı” diyerek hayasızca kabul edecek kadar pervasız ve haysiyetsiz darbe sevici bir politika uyguluyor. FETÖ elebaşı Gülen’i Türkiye’de darbe yaptırdığı halde iade etmeyen bilakis sırça saraylarda ağırlayarak fitne üretmesine devam eden ABD’ye bir cevap vermek gerekiyor. Yoksa ABD Başkanı Trump’ın küstahça tavırlarına dur demenin imkânı yoktur.
“Harbi kâfir ismetsiz olur” demiş atalarımız. Trump gerçekten de bu söze uygun olarak İslam düşmanlığını utanmadan icra ediyor. Akan Müslüman kanından mutluluk duyarak Kudüs’ün başkent olarak tanınmasını ve elçilik açılmasını kadeh tokuşturarak kutluyor. Batı ülkeleri de ABD’den geri kalmıyor. Türk Ordusunun Suriye’de terör örgütlerine vurduğu darbeyi desteklemesi gerekirken adeta kudurmuş gibi ülkemize saldırıyorlar. PKK’nın ülkemizi bölüp parçalamak için yaptığı çalışmalara her türlü desteği sağlayıp ekonomimizi batırmak için türlü türlü kumpasların içinde yer alıyor.
Son dönemde iflasın eşiğine gelmiş Yunanistan’ı kışkırtarak Türkiye’ye zarar vermeye çalışıyorlar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımayarak; petrol ve doğalgaz anlaşma ruhsatı verip uluslararası anlaşmaları umursamadan ihlal ediyorlar. Şimdi bu kadar fenalık karşısında 3 günlük yas tutarak cevap verilmiş olmaz. Okkalı bir tokat vurmak gerekiyor. Çünkü pısırık, ürken ve utangaç politikalar şimdiye kadar görüldüğü gibi Batı dünyasını şımartıp fenalıklarını arttırmaya yaramaktadır.
Peki, ne yapmalı? Devamlı surette İslam ülkelerine karşı yürütülen küstah ve kışkırtıcı politikalara nasıl bir cevap vermeliyiz ki; onları bu tavırlarından vaz geçirelim. Zira Türkiye’yi besbelli sömürge ülkesi gibi görüp devamlı surette hırpalıyorlar. Buna bir son verip batının politikalarına ayar vermek gerekmiyor mu?
Burada yapılması gereken çok basit bir iş var. Çizmeyi çoktan aşmış ABD ve Batı ülkelerine karşı öyle bir ders vermeliyiz ki; “Yahu biz ne halt ettik” diyerek, kendilerine ve politikalarına bir çeki düzen versinler. Aslında çok kolay bir şekilde bu küstah Batı ülkelerini hizaya getirmek mümkündür. Fatih Sultan Mehmet Han’ın bedduasına maruz kalmamak için aynı kapatılırken yapıldığı gibi Ayasofya’yı bir hükümet kararnamesi ile açmak gerekiyor. Kanun çıkarmaya bile gerek yoktur. İş bu kadar basittir.
Hükümetimiz başta olmak üzere sivil toplum örgütlerine bir çağrı yapmak istiyorum. Ne olur İstanbul’un fethi olan 29 Mayıs 2018 günü Ayasofya’yı yeniden cami yapalım. Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, bize öyle bir ruh ve şecaat vermiştir ki yeni nesiller bundan habersizdir. Bu nedenle tekrarlatmak üzerimize borç olmuştur. Bakın Kısakürek, Ayasofya hakkında ne diyor? Bu metin 1965 yılında Milli Türk Talebe Birliği’nde düzenlenen konferanstan alınmıştır:
Âlemde cüceleşmiş devlerin, eski rollerini takınmasından daha çirkin bir tablo yoktur. Bizi bu hale getiren, annemizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, milli kültürümüzü çöplüğe ve milli iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekâmızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 129 yıllık olan bir cereyanın kendi öz evimizde, yüzümüze kapadığı oda, ruh ve mukaddesat odamız… Ayasofya budur. Ayasofya, muayyen bir idare ve zihniyetin getirdiği, ruhi, ahlaki, içtimai, iktisadi, idari, siyasi felaketler eliyle Batı dünyasına takdim edilen hediye kutusu üzerindeki fiyonglu kurdeledir. Topyekûn şahsiyetlerini düşmana teslim edici böyle hediyeleri veren milletler, hediyeyi alanlar nazarında hakir ve zelildir. Ayasofya’yı kapalı tutmak, Allah’a sövmeye, Kur’an’a tükürmeye, Türk tarihini kabre atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını satmaya eşdeğer bir suçtur.
Gençler, bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak. Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler. Ayasofya açılacak. Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak. Öylesine açılacak ki, bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalararası mahsup sırlarını, her iş ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak. Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeye yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akanını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak. Ayasofya’yı artık önüne geçilmez bu sel açacak. Bekleyin gençler… Biraz daha rahmet yağsın… Sel yakındır.