Genovese sendromu

Tarih: 13 Mart 1964.

Yer: New York, Queens.

Kitty Genovese, 28 yaşında genç bir kadın. Gece 03.00 sularında, evine doğru yürürken Winston Moseley isimli bir adam arkasından yaklaşıyor. Kitty koşmaya başlıyor. O hızlandıkça adam da hızlanıyor. Adam kadını yakalayıp iki yerinden bıçaklıyor. Binanın ışıkları yanıyor, adam kaçıyor. Kitty çığlıklar atarak biraz daha ilerleyip binanın girişinde yardım istemeye devam ediyor. Ancak gelen olmuyor. Bunun üzerine saldırgan 10 dakika kadar sonra geri dönüyor. Kadına önce tecavüz ediyor, sonra tüm eşyalarını çalıyor ve kadını tekrar bıçaklayarak olay yerinden uzaklaşıyor. Kitty orada hayatını kaybediyor.

Tüm bunlar sadece yarım saat sürüyor. Çevre binalardan bu olayı 38 kişi görüyor. Bu 38 kişiden hiç kimse saldırganı durdurmak için bir şey yapmıyor.

Seneler sonra bu olay literatüre “Genovese sendromu” yani “Seyirci kalma etkisi” olarak giriyor. Üstüne onlarca yeni sosyal deney yapılıyor. Sonuçlar, sorumluluğun paylaşıldığı vakalarda bireylerin tepkisizliği tercih ettiğini ortaya koyuyor.

Oysa kalabalıkların sessizliğinde yükselen ‘samimi ve hakiki’ tek bir ses, bazen tarihin akışını değiştirebiliyor. Mesela Rosa Parks. 50’lerin Amerikası’nda ırkçılık en sert hâliyle yaşanırken, siyahlar müthiş bir baskı görürken ve kimse sesini çıkarmazken “Yeter artık!” diyerek otobüste yerini beyazlara vermeyi reddeden bir kadının çığlığı, 1964 yılında Sivil Haklar Yasası’nın çıkmasıyla nihayetlenmişti.

Cesur bir çığlığa ihtiyacımız var şimdi. Şiddet vakalarını, siyaseten doğruculuk kalıplarının içine hapsolarak değerlendirmeyi, hâkim söyleme şirin görünmek için slogan atmayı bıraktığımızda; bizi konfor alanımızdan çıkaracak gerçek bir “çığlık” attığımızda hakikatle konuşabileceğiz çünkü.

Satanik ögelerin, günlük hayatın her şubesine bulaşacak şekilde aşılandığı propaganda konseptini konuşmaya cesaret ederek, medya-sanat-teknoloji üçlüsüne hükmedenlerin devşirdiği siyasete isyan eden bir “çığlık” attığımızda çözüm için ilk gerçek adımı atacağız.

Yalnızca siyaseten kullanışlı olan acıların üstünde tepinen popüler kültür temsilcileri, kendi sektörlerinde maruz kaldıkları şiddet vakalarına, sermaye oligarşisini karşılarına almaktan korkmayan bir “çığlık” attığında samimiyetlerine inanacağız.

Vicdanımız fail odaklı filtrelerle değil, tüm mazlumlar için aynı şiddette sızladığında, İkbal’in yaşadığı vahşeti, Gazze’de her gün yüzlerce kadının yaşadığını hep aklımızda tutarak zalimlerin hepsine sesimizi yükselttiğimizde hakikatten taraf olacağız.

Kadın cinayetleri karşısında ilk tepkisi “Bu ülkede yaşanmaz!” olanlar, eğer mesele buysa esas çok bayıldıkları o “gelişmiş” ülkelerin yaşanamaz hâlde olduğunu anladığında; şiddetin gelişmiş/gelişmemiş toplum ayrımı olmaksızın tüm dünyada endişe verici boyutlara ulaştığını kabul ederek komplekslerinden sıyrıldığında beraberce çözüm arayabileceğiz.

Sorumluluğu paylaşarak, her birimiz müstakil hayat hikâyelerimizde susarak harladığımız şiddet aleviyle yüzleştiğimizde acı bir “çığlık” atamıyorsak; bütün türleriyle şiddeti kışkırtan bir gündelik hayat düzenini temelden sarsamıyorsak, güçlünün zayıf olana tahakkümünü hayatın her alanında sessizce seyretmeye devam edeceğiz.

Tercih bizim.