Türkiye Cumhuriyeti, Müslümanların gözbebeği bir devlettir. Dünyanın en stratejik bir noktasında bulunur. Hava, kara ve deniz yollarının geçiş yolu üzerindedir. Bu nedenle dünyanın büyük güçlerinin hedefi olmuştur. Türkiye’nin güçlü olması demek; Müslümanların da özgür ve güçlü olması demektir. Zira 1500 yıllık İslam tarihinde; Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlılardan sonra Müslümanların daima sığınıp yardım istediği ülke, Türkiye devletidir. Başı sıkışan her Müslüman toplum; Türkiye’den yardım ister ve Türkiye’nin desteğine muhtaçtır. Bu durum; İslam’ın bayraktar milleti olan Türklerin bin yıldan beri süregelen tarihi misyonunun bir parçasıdır. İşte İslam itikadını kaybetmemiş devlet yöneticileri bu durumu benimseyerek Müslüman topluluklara yardımcı olmaya çalışmışlardır. Zira Türkiye coğrafyası İslam’ı ortadan kaldırmak üzere toplanmış bulunan Haçlı ordularının yok edildiği mübarek topraklardır. İslam’ın kahraman ordusu olan Türkler de, Haçlıları defalarca dize getiren Allah’ın bir kılıcı olmuşlardır. Ne ilginçtir ki; bu mübarek topraklar üzerinde iki büyük yıkım gerçekleşmiştir. Bunların ilki Ezan-ı Muhammedi’nin (asm) değiştirilmesi ve İstanbul’un İslam medeniyetinin başkenti olduğunu cihana gösteren Ayasofya Camiinin ibadete kapatılması olmuştur.
İşte bu topraklarda yaşayan İslam alimleri ve Bediüzzaman Said Nursi, bu iki felaketin ortadan kaldırılması için var güçleri ile çalışmışlardır. Bir an önce ülkemiz üzerinde bu iki icraat nedeni ile büyük bir lanet bulunuyordu ve en önemli vazifelerden bir tanesi bu lanetin kaldırılmasıydı. Aksi takdirde Allah’ın yardım ve inayetini kaybetme tehlikesi vardı. Bu nedenle iki yakamızın bir araya gelmesi mümkün olamazdı.
Fatih Sultan Mehmet Han’ın vakfiyesinde öyle bir söz var ki; okuyunca insanı ürpertir ve derinden derine düşündürmektedir. Hadis-i Şerif’te övgü ile bahsedilen bu Padişah, vakfiyede bu camiyi “Fetih Camii” olarak ilan etmiş ve Ayasofya’yı kim kapatır ise lanet etmişti. Bedduası vardı. İşte bu mühim ve öncelikli vazifeyi yapmak ülkemizi bu lanetten kurtarma görevini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a nasip olmuştu. Allah razı olsun.
Bediüzzaman’ın Risale-i Nur külliyatındaki Tarihçe-i Hayat eserinde bu konudan bahsedilir. “Adnan Menderes'e gönderilmek niyetiyle evvelce yazılan içtimaî hayatımıza ait bir hakikatın hâşiyesini tekrar takdim ediyoruz” şeklinde bir ifade vardır. Devamında “Ezan-ı Muhammedî'nin (asm) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi; Ayasofya'yı, beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmek ve hâlen İslâm'da çok hüsn-ü te'sir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâm'ın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, yirmi sekiz sene mahkemelerin muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur'un resmen serbestîsini dindar Demokratlar ilân etmeli ve bu yaraya bir nevi merhem vurmalıdırlar. O vakit âlem-i İslâm'ın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahatları onlara yüklenmez fikrindeyim” denilmektedir. İşte Ezan-ı Muhammedi’yi (asm) orijinal haline getiren ve bu yüzden İslam düşmanlarının hışmına uğrayarak idam edilen Adnan Menderes, bu ülkenin yetiştirdiği gerçek kahramanlardan bir tanesi olmuştur. Diğer kahraman ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Ayasofya’yı camiye çevirdiği gibi milletimizin imanını kuvvetlendiren Risale-i Nur eserlerinin Diyanet İşleri Başkanlığınca basılıp neşredilmesine sebep olmuştur.
Yapılan bu icraatların manevi değerini yazı ile anlatmak mümkün değildir. Bu nedenle bazen icraatlarını eleştirmiş olsak dahi Menderes ve Erdoğan gibi yöneticilerin İslam adına yapmış olduğu bu büyük kahramanlıkları asla unutmamak gereklidir. Aksi takdirde büyük bir hata ve nankörlük etmiş oluruz, vesselam…