Gösteri toplumu

Polisimiz Şeyda Yılmaz’ı şehit eden katil Yunus Emre Geçti’yi hatırlarsınız. Emniyetten, çöp poşeti içinde çıkarılan insan müsveddesini söylüyorum…

Yalan yok, katilin o vaziyette sevk edilmesi hepimizin içini soğutmuştu. Ama şu kritik sorunun üzerinde pek durmadık: “Doğrusu, o an içimizin soğuması mı yoksa katilin en hızlı şekilde hak ettiği cezayı alması mı?” Nitekim, fikirlerine çok güvendiğim bir hukukçu da bu görüntünün, gönlümüzü okşasa da mahkeme aşamasında, -kötü muamele iddiası ile- katile yarayacak bir olguya dönüşme riskinden söz etmişti.

Evvelki gün, bu polis katili caninin yargılamasına başlanacaktı. Başlanacaktı diyorum çünkü başlanamadı. Şehit polisin yakınları, savcılık, mahkeme heyeti ve sanık Yunus Emre Geçti duruşma salonunda hazırdı. Ancak duruşmaya dakikalar kala Geçti’nin avukatı, “Ben bu katili savunmayacağım.” diyerek davayı bıraktı. Sanığın bir avukatı olmadığı için de duruşma ertelendi.

TikTok’ta 90 bin takipçisi olan avukat; yaptığı “kahramanlığı” canlı yayın videosu ile duyurmuş, izleyen insanlardan da milyonlarca alkış almış. Katile öfke duyan vatandaşlar, avukata “Helal olsun sana!” demişler.

Ancak kazın ayağı hiç de öyle değil…

Çünkü yasalarımıza göre sanığın avukatı olmadan yargılama yapılamaz, zaten bu hukuk devletinin bir gereği. Söz konusu avukat, baro tarafından atanmış biri. Duruşmaya beş dakika kala istifa edince barodan yeni avukat talep edilmesi gerekiyor. Dolayısı ile duruşma, mecburen ileri bir tarihe ertelenmek zorunda. Bunun anlamı açık: Adaletin tesis edilmesi gecikecek. Şehit polisin ailesi bir kez daha bin bir zahmetle adliyeye gelmek zorunda kalacak, aynı acıyı bir kez daha yaşayacak. Savcı, hâkim ve diğer tüm görevliler, aynı mesaiyi ikinci kez yapacak ve daha kötüsü de yargılama geç başladığı için sanık zaman kazanmış olacak.

Ne için? ‘TikToker’ avukatımız, fazladan üç beş etkileşim alsın diye!

Oysa baro, kendisini ilk atadığında bu görevi kabul etmeyebilir veya hiç değilse yeni avukat atanmasına fırsat verecek bir süre içinde istifa edebilirdi. Avukat Bey gülerek video çekip gösteri yapsın diye, tüm adalet mekanizması durdu ve sanığın ceza alması en az birkaç ay daha gecikmiş oldu.

Anlaşılması son derece basit bir konudan söz ediyoruz. Alçak bir katil, bir polisimizi şehit etti ve yakalandı. Bu katili usulüne göre sorgulayıp, yargılayıp hak ettiği cezayı vermek pek de zor bir iş olmamalı. Ancak gösteri toplumu işte böyle bir şey; önce kurumları felç ediyor, gerçeğin yerine imajı, toplumsal düzenin yerine anlık duygulanımları koyuyor. Sonunda da kaybeden yine toplum oluyor.

REJİMİN İŞKENCEHANELERİ

Suriye’deki devrik rejimin zalimlikleri yıllardır biliniyordu. Görgü tanıkları, mahpustaki işkenceleri, yargısız infazları pek çok kez anlattı. Medya ise bu tanıklıkları öne çıkarmak yerine; eski hapishanelere girip tuhaf işkence öykülerini bire bin katarak anlatmayı tercih ediyor. Yorumcular olarak önümüze servis edilen görüntülerin çoğundan emin olamıyoruz. Sabah gelen veri, akşam yalanlanıyor.

Anlayacağınız, gösteri toplumu burada da devreye giriyor. Oysa uydurulmuş öyküler ve yalan bilgi, en çok Suriye halkına zarar veriyor. Bu insanlar iradesiz ve öyküsüz oyuncaklar değil, onlara kafamıza göre roller biçme hakkımız yok. Gerçek eziyetler yaşadılar ve onları anlatma hakkı da en önce onlara ait.

Acılarıyla yüzleşecekler, sorumlulardan hesap soracaklar ve en önemlisi de yeni bir ülke kuracaklar. Bu çok zor bir iş. En çok gereksinim duydukları şey ise gerçekler. Medya manipülasyonları ile onların işini daha da zorlaştırmamak gerekiyor.