Bu dönemde yaptığımız en önemli icraatlardan bir tanesi ise ASDER’in kurulmasıydı. Fakat bu iş çok zor olmuştu. Çünkü resmen devletle mücadele ediyorduk. Meşru haklarımız için mücadele ederken sanki devlete karşı geliyormuş gibi bir hava vardı. “Devlete kafa tutulmaz” denilerek destek beklediğimiz kesimlerden köstek yiyorduk. Bu da yetmemiş gibi sivil toplum örgüt yönetiminden habersiz olan bizler kurmaya çalıştığımız kooperatif vakıf ve dernek çalışmalarında birbirimize giriyor, doğru dürüst çalışma dahi yapamıyorduk. Birbirimizi dinlemeye tahammül etmeyi işte bu dönemde ASDER’e katılan Adnan Tanrıverdi Paşa sayesinde öğrenmeye başladık.
Bir kısım arkadaşlarımız “içimizde devlet ajanları var, takip ediliyoruz” diyerek korku ve vesvese veriyorlardı. İşte o günlerde şunu söyleyerek bu sıkıntının aşılmasında yararlı oldum. Dedim ki “Yahu bir devlet düşünün 10 bine yakın askeri ordudan çıkarsın ve bunu takip etmesin. Hiç böyle şey olur mu? Elbette bizi takip edecekler. Lakin bizler; haklı ve meşru davamızda bundan korkup haklarımızı almak için mücadele etmez isek Ruz-i Mahşerde ne yüzle çıkıp hesap vereceğiz”. Bu sözüm üzerine arkadaşlarım bana hak verdiler ve bu vesvesenin önüne geçmiş olduk.
İşte azmin sonu zaferdir. Sabrın sonu selamettir. Müspet hareketle mücadele ede ede onca badireyi atlatarak bu günlere geldik. Baskı ve zorbalığa karşı direnen Erdoğan ve arkadaşları ise devletin en üst makamlarına geldiler. Şimdi yeni bir referandum ile faşist generallerin dayattığı bir anayasayı düzeltmeye çalışıyorlar. Devleti yönetememesi için uydurulan onca faşist anayasa maddesini bir bir kaldırıp yerine güçlü bir Türkiye için gerekli anayasal değişiklikleri yapmaya çalışıyorlar. Allah muvaffak etsin diyerek hem dua hem de referandumda “evet” demek gerekiyor, vesselam…