27 Kasım‘da muhalif güçler, İdlib üzerinden Halep’in batı kırsalına yönelik büyük bir askerî harekât başlattı. “Saldırganlığı caydırma” ismiyle başlatılan bu harekât ile muhalifler, kısa sürede Halep kapısına dayanmayı başardı. Rejimin ön savunma hatları ile birlikte ikincil ve üçüncül olarak inşa etmeye çalıştıkları savunma hatları da kısa sürede çöktü. Halep’in içine daha önce sızmış özel kuvvet unsurlarının geri hatlarda saldırılar yapmaya başlaması ve Halep içindeki komuta kontrol merkezinin hedef alınmasıyla da Rejim saflarında bir panik havası oluştu ve hızlıca bozguna uğrayarak kenti terk ettiler.
Halep içerisinde bir yıkım olmadan kent, tamamen özgürleştirilmiş oldu. Belki muhaliflerin bile beklemediği kadar büyük bir zafer elde edildi. Suriye devrimi sürecinde hiçbir zaman muhalifler, Halep’in tamamını özgürleştirememişti.
Halep ile birlikte eş zamanlı iki cephe daha söz konusuydu. Kuzey Halep’te rejim unsurları muvazaalı şekilde birçok bölgeden çekilerek yerlerini PKK’ya devrettiler. Burada PKK, oluşan kaostan yararlanarak Rakka, Tabka ve Menbic üzerinden Deyr Hafir, Kuwayris ve Neyrap havalimanlarının kontrolünü alarak Şeyh Maksud, Şehba ve Tel Rıfat’a uzanan bir terör koridoru inşa etmeye çalıştı. Bu tehdide yönelik de Türkiye’nin eğitip donattığı Suriye Millî Ordusu (SMO), “Özgürlük Şafağı” harekâtını başlattı. SMO’ya bağlı kolordular, Bab’dan güneye Tadif ve Kuweyris’e doğru inerek hızlıca bölgeden PKK’ya atmayı başardılar. Ardından SMO’ya bağlı unsurlar, üç ayrı eksenden Tel Rıfat’a da harekât başlattı ve sekiz yıldır PKK esaretinde olan bölge, 24 saat gibi kısa bir sürede özgürleştirildi. Hâlbuki PKK burada yıllarca askerî tahkimat yapmış, Fransız Lafarge şirketinden çimento temin ederek kilometrelerce uzunlukta tünel hatları inşa etmişti. Ancak bölgeden temizlenmeleri bir gün sürdü, ardından da yapılan bir anlaşma ile örgüte müzahir sivillerin bölgeden çıkarılması sağlandı.
Üçüncü çatışma ve harekât ekseni ise İdlib-Hama hattında oldu. Muhalifler, hızlı bir şekilde İdlib’in rejim işgalinde olan bölgelerini kurtarmayı başarıp Hama’yı kuşatma altına aldılar. Ben bu yazıyı yazarken hâlihazırda Zeynel Abidin Dağları üzerinden kente girebilmek için askerî harekâtlar devam ediyordu.
Sahadaki askerî momentum tamamen muhaliflerin lehine görünürken Esed rejimine bağlı güçler, İran ve Rusya’dan yardım çağrısında bulunuyor. Irak üzerinden Elbu-Kemal hattından Şii milislerin, bölgelere nakledilerek Hama savunmasında rol oynaması amaçlanıyor. Hama’nın kaybedilmesi demek, önce Humus ardından ise Şam’ın tehdit altına girmesi, Lazkiye-Tartus ile Şam bağlantısının da kesilmesi anlamına gelecek.
PEKİ SAHADA NE YAŞANDI DA REJİM BİR ANDA ÇÖKTÜ?
Esasında Esed rejimi hâlihazırda tükenmiş, İran ve Rusya’nın var ettiği iki koltuk değneği ile ayakta tutulan bir korkuluktan ibaretti. Yozlaşmış, devlet olma niteliklerini tamamen kaybetmiş, kendi içerisinde tükenmiş, ekonomisi tamamen iflas noktasında, askerî disiplini kalmamış, çeteleşmiş bir yapı vardı karşımızda. İran ve Hizbullah’ın bir yıldır Lübnan hattında askerî güçlerini tüketmesi, Rusya’nın ise üç yıldır devam eden Ukrayna Savaşı’nda askerî, ekonomik ve siyasi olarak enerjisini harcaması, Esed rejimine verdikleri desteğin ciddi anlamda azalmasını beraberinde getirdi. Muhaliflerin ise aksine, TSK’nın 2019 yılında gerçekleştirdiği Bahar Kalkanı Harekâtı’ndan günümüze, askerî kapasitesini her geçen gün daha da artırdığını gördük. SMO zaten doğrudan Türkiye tarafından eğitilip donatılırken İdlib merkezli gruplar da geçen zamanı fırsata çevirmeyi başardı. Hem askerî doktrin ve disiplin hem de şahin taburlarının gösterdiği şekilde yeni teknolojik imkânlardan aktif şekilde yaralanan güçlere dönüştüler. Dolayısıyla Halep zaferi ve Hama kapılarına dayanmalarının arkasındaki saha gerçekleri, bu bağlamda var oldu.