Hayatı anlamlandırmak (1)

Bu dünyada en önemli konu; hayatı anlamak ve anlamlandırmaktır. Hayatı anlamak; yaratılış gayesini  bilmekle olur. Hayatı anlamlandırmak ise; yaratılış gayesine uygun yaşamakla, yani inanç ibadet ve güzel ahlâk sahibi olmakla mümkündür. Yüce Allah şöyle buyurur: “Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederse ve Allah’tan korkup emirlerine uygun yaşarsa ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır” (Nûr, 24/52) İslâm’ın en temel gayelerinden birisi, insanın hayatını anlamlı kılmaktır. Onun boş, anlamsız ve beyhude her türlü söz ve davranıştan uzak bir hayat yaşamasını, Allah’a kulluk yapmasını sağlamktır.

Yeryüzündeki her şey insanlar için, insanlar da Allah’a kulluk için yaratılmıştır. Allah Teâlâ bu gerçeği Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bildirmektedir: “Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye ya­rattım.” (Zâriyât, 51/56) Allah’a kulluk yapmak için yaratılan insan, bu kulluğu yerine getirip getirmediğini tespit için imtihana tâbi tutulmuştur.

Dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunu, dünyayı ve insanları yoktan var eden Yüce Rabbimiz şöyle ifade etmektedir:“O (Allah) hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 67/2) Âyetten de açıkça görüldüğü gibi, dünya hayatı insanlar için bir imtihandan ibarettir. Dünya hayatı fani, âhiret hayatı ise bâkidir. Bu sebeple dünya hayatının nasıl bir hayat olduğunu, bizleri yaratan Yüce Rabbimiz en iyi bilir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur:  “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir” (Hadid, 57/20)“Hayır, siz çarçabuk geçmekte olan (dünyayı) seviyorsunuz ve âhireti terk edip bırakıyorsunuz.” (Kıyâmet, (75/20-21)

Görülüyor ki, dünya hayatı gelip geçici bir zevk ve imtihandan başka bir şey değildir. Yüce Dinimiz İslâm’ın en temel hedeflerinden birisi, insana hem bu dünya, hem de âhiret saadetini kazandırmaktır. Din, dünyada yaşanır, âhiret dünyada kazanılır. Dünya bir imtihan alanıdır, o yüzden dünyayı âhiret için yaşamalıdır. Ebedî saâdet bu dünyada kazanıldığı için dünya hayatı çok değerlidir. Kıymeti bilinmeli, ömür boşa harcanmamalıdır. “Allah’ın sana verdikleriyle âhiret yurdunu kazanmaya bak, bu arada dünyadan da nasibini unutma,” (Kasas 28/77) Burada problem, dünya malına sahip olma değil, sahip olduklarımızın kölesi olmaktır. Dinimiz, dünya işleri ile meşgul olurken âhiret hayatını unutmamayı tavsiye etmekte, ebedî olan âhiret hayatını kazanmanın yollarını göstermekte, dünya ve âhiret dengesini iyi bir şekilde kurmamızı önermektedir. Kur’an, ruh için maddeyi, sonsuzluk (âhiret) için dünyayı feda etmeyi önermez.

Dünya işlerinden el etek çekip sırf âhirete yönelmeyi ve dünyaya boş vermeyi âyet ve hadislerle yasaklayan İslâm dini yaşanabilir bir dünya düzeni tesis etmiş ve bu düzende Müslümanları, ifrat ve tefritten kaçındırarak ikisi arasında dengeli bir yaşama yönlendirmiştir. Tevhid, yani hayatın birliği esas olduğu için dünya ile âhiret arasında denge ve uyum esastır. Önemli olan bu dengeyi korumak, dünyada iken âhireti kazanmak, böylece her iki dünyada da mutluluğa kavuşmaktır. Dünyaya aşırı bağlılık anlamındaki dünyevîleşme, insanın sahip olduklarına her şeyden çok değer vermesidir. Dünyevîleşme, hayatın anlamını, yaratılış gayesini göz ardı ederek ve Allah’a kulluk görevini unutarak tamamen dünyaya yönelmek, zengin meşhur ve güçlü olmayı temel gaye haline getirmektir.