Türkiye Cumhuriyeti ne yazık ki hala gerçek bir hukuk devleti olamamıştır. Bunu faşist cuntacı askerlerin meydana getirdiği anayasalardan kolaylıkla anlamak mümkündür. 1961 ve 1982 Anayasaları her ne kadar referanduma sunulmuş olsa da; bir “hayır” oyu çıkması durumunda cuntacı generallerin yönetimi terk edeceklerine dair bir söz verilmediği için hukuki olarak geçerli ve meşru değildir.
Türkiye’nin tek meşru anayasası Osmanlı’dan aldığımız “Kanun-u Esasi’dir”. 27 Mayıs 1960 yılında ABD’nin besleyip büyüttüğü albaylar cuntasının meşru hükümeti askeri darbe yaparak devirmesi sonucu ortadan kaldırılmıştır. 12 Eylül 1980 darbesinde yönetimi ele geçiren generaller cuntası ise daha kötü 1982 anayasasını yapmış ve halka zorla dayatarak cunta lideri Evren’in kendini cumhurbaşkanı ilan etmesi ile hayata geçmiştir. Her iki anayasanın yapılış şekli, zorbalığı ve askeri darbe ürünü olması nedeni ile dünyanın medeni ülkeleri tarafından da meşru olarak görülmemiştir. Mevcut anayasanın içinde “değiştirilmesi talep dahi edilemez” maddesinin bulunması ise ne derece absürt ve akıl almaz bir metin olduğunu ispatlamaktadır.
Peki, anayasayı anladık; “su katılmamış faşist bir metinden” ibarettir. Ya kanunlarımız nasıldır? Cevabını söylemek utanç vericidir zira anayasadan daha kötü kanunlarımız 21. Yüzyılın ilk çeyreği biterken hala yürürlüktedir. Örneğin dünyanın hiçbir yerinde emsali olmayan 5816 sayılı kanun sayesinde bir siyasi partinin genel başkanını eleştiremez ve sorgulayamazsınız. Evet, CHP Genel Başkanı olarak Türkiye’yi tam 15 yıl tek partinin baskı yönetimi ile idare etmiş bir siyasetçiye “vergi ödeyip ödemediğini” dahi soramazsınız.
İşin daha acı olan tarafı şudur: Kürsülere çıkıp demokrasiden, hukuk devletinden nutuklar atan medya cambazları bu konuda asla en küçük bir itirafta bulunamazlar. Üniversitelerimiz, CHP’nin ideolojik esaslarının savunulduğu yerler olup bilim üretme yeri olmaktan çıkmış durumdadır. İlkokuldan üniversite son sınıfa kadar Kuzey Kore modeli bir yapı mevcuttur.
Siyaset böylesine acıklı bir duruma düştüyse kamu kurumları, medya, silahlı kuvvetler ve yazarların seviyesini hiç tartışmaya gerek yoktur. Tek parti yönetiminin acımasız kurallarını hukuk ve demokrasi diye yutturmaya çalışan bu rezil mahluklara ne söz söylense azdır.
25 Yıldan beri yaşanan haksızlık ve hukuksuzlukları dile getirip düzeltilmesi için çalışıyorum. Mücadelemi sivil toplum örgütleri ile de sürdürmeye çalıştım. Fakat maalesef çok az ilerleme kaydettiğimizi söylemek durumundayım. Örneğin 28 Şubat 1997 darbeci generallerine karşı açtığımız davayı kazanıp ceza almalarını sağlamış olmamıza rağmen bu cuntanın mağdur ettiği 10 binden fazla askerin haklarını alması konusunda ilerleme sağlayabilmiş değiliz.
Kamu Denetçiliği Kurumunun incelemeleri sonucunda Meclis’e ve Ak Parti hükümetine iletmiş olduğu kararlar sümenaltı edilmiştir. Müebbet hapis cezası almış darbeci generallerin “başörtüsü” bahanesi ile ordudan attıkları askerlerin gasp edilmiş özlük hakları defalarca söz verilmesine rağmen yerine getirilmemiştir. Demek ki; hukuki mücadelenin çok da fazla bir anlamı yoktur. Faşist bir sistemin öncelikle anlaşılması lazımdır.
Gelelim guguk kuşuna. Son günlerde çok dillendiriliyor. Guguk kuşu başka kuşların yuvasına yumurtasını bırakırmış. Sonra erken yumurtadan çıkan guguk kuşu, diğer yumurtaları yuvadan atıp kendileri oraya sahip çıkarmış. İşte bu Suriyeli göçmenlerde bizi vatanımızdan atıp kendileri bu topraklara sahip çıkacakmış. Ciddi ciddi bunları söyleyenler var.
Öncelikle şunu söyleyelim. Bir kere bu Suriye’li göçmenler; Kafir Rus, zalim İran ve Esed’in bombalarından kaçan Müslümanlardır. Suriye’lilerin çoğu Türk kökenli olup Araplaşmış kardeşlerimizdir. Medineli Müslümanların Mekke müşriklerinden kaçarak hicret etmesi gibi “ensar” görevimizi yapmayacak mıyız? Yahu şu Avrupa ülkelerinin Ukrayna vatandaşlarına gösterdiği ev sahipliğini dahi gösteremeyecek kadar dinden uzaklaştınız mı? Hiç Allah’tan korkmaz mısınız?
Kaldı ki; biz Müslümanlar 1492 yılından itibaren İspanya başta olmak üzere Avrupa’daki Hıristiyanların Engizisyon mahkemelerinde diri diri yakılmaktan kurtardığımız Yahudi göçmenlere ev sahipliği yaptık. Bu Yahudilerin bir kısmı kendi inandıkları dinden çıkıp Müslüman görünümüne bürünmüş Sabetay tarikatı mensubu olmuşlardır. Türk ismi alıp, Türk gibi görünürler. Fakat hiç Türklerle evlilik yapmazlar. Çünkü Türkler güçlü ve sebatkar Müslümanlardır. Kendi aralarında evlenerek Yahudiler gibi akraba evliliği yaparlar.
Soyadı kanunu ve Osmanlı arşivlerinin yurtdışına satılıp imha edilmesi ile bu Sabetay Yahudileri, gerçek kimliklerini gizleyip Türk gibi davranmaya başlamışlardır. Aynı guguk kuşu gibi kendi yuvasındaki Müslümanları “şapka” devrimi gibi bahanelerle imha edip öldürmüşlerdir.
Bu Sabetay Yahudilerine sonradan Rum ve Ermeni dönmeleri de katılmışlardır. Gerçek Türkleri dışlayıp kendine özgü seküler yaşayış biçimleri ile yuvamız olan Anadolu’ya sahip çıkmışlardır. Ne namaz kılarlar ne de oruç tutarlar. Birçoğunun rakı içmekten beyninin sulanmış olduğunu görürsünüz. Biz Türkler ise “öz yurdunda garipsin öz yurdunda parya” muamelesi görmeye devam ediyoruz.
Şimdi soruyorum: Guguk kuşu kimdir, gerçek Türkler kimlerdir? Başbakanlıkta “burada rakı yok mu” diyenler mi? Yoksa eşi başörtüsü taktığı için ordudan ve kamu kurumlarından atılan Müslümanlar mı? Vesselam…