Bugün geçmişe göre daha fazla imkâna ve daha fazla teknolojiye ve gelire sahibiz. Günümüz insanı, çeşitli imkânlara sahip olduğu halde mutlu değildir. Mutluluk, para, mal-mülk, makam, şan-şöhret gibi şeyleri elde etmekte aranıyor. Para, mal, eşya insanı yönetir olmuş, insana hizmet etmesi gereken bunlar, insanı kendisine köle yapmış. Günümüz insanı bunlar için yaşıyor, bunlar için çalışıyor, bunlar için âhiretini ve huzurunu, mutluluğunu mahvediyor.
Taksitlere, ay sonuna kafayı takan modern insan, dünyada varoluş gayesini düşünemiyor; para kazanma koşturmacısından ibadete, okumaya, düşünceye sıra gelmiyor. Lüks hayat, daha rahat yaşam; aslında dipsiz bir kuyu, bir girdap, bitmeyen, ama insanı bitiren sonsuz yarış ve büyük pişmanlık demek. Para para diye paralanan insan, şükrü, sabrı ve kanaati unutmuş, şikâyetin ise bin bir çeşidini tekrarlamakta. “Alma tutkusu”, “verme zevki”ni unutturmuş. Hırsın sonu yok. Artık alınır, tüketilir, tekrar alınır, alınır... Ömür biter, alınacaklar ve ihtiyaçlar bitmez.
Dünyanın önde gelen zenginlerinden birine sorarlar: “Ne kadar paran olursa tatmin olursun?” “Biraz daha olsun” der. Yani insanın gözü doymuyor. Sevgili Peygamberimiz bu gerçeği şöyle dile getirmektedir:  “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz” (Buhârî, Rikâk 10)
Satın aldıkça mutlu olacağını empoze eden tüketim anlayışı yüzünden sahip olduklarını değerlendirip huzurlu yaşamak yerine, elinde olmayanlara bakıp hırsla daha fazla kazanıp daha çok harcama yolları araştırılmaktadır. Mutluluk, hayatı sade yaşayıp, mevcuda şükretmekle mümkündür. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Şükrederseniz nimetimi arttırırım” (İbrahim, 14/7) “Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.” (Âl-i İmrân, 3/145)
Dünya ve âhirette mutlu, huzurlu olmak için, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeli ve kanaat etmeli. Hz Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: “Kanaati elden bırakmayın. Çünkü kanaat tükenmez bir servettir.” (Câmi’us-Sağîr, Terc. c. 2, s. 591 Hds. 2696) Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Kanaat eden kimse kurtuluşa, mutluluğa ermiştir.” (A.g.e., c. 1, s.362, Hds. 768) kanaat, sabır, şükür ve duâ kişiyi rahatlatır, huzur ve mutluluk Kazandırır.
İnsanlar mutluluğa ulaşmak isterler; ancak neyin mutluluk olduğunu ve neyin olmadığını yeteri kadar bilmedikleri için, onu dünya zevkleri, zenginlik, makam ve mevki gibi yanlış şeylerde ararlar ve bu yanlışlık yüzünden gerçek mutluluktan uzak kalırlar.  Mevlâna şöyle der: “Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, onu aramamak demektir.” Mutluluğu sadece maddi şeylerde aramak, onu yanlış yerde aramak demektir. Çünkü mutluluğun yeri kalptir. Tolstoy da şöyle der: “Mutlu olmak istiyorsak, cisimde değil, ruhta olduğuna inanmalıyız.” “Saadeti ihtiraslarda değil, kendi kalbinizde arayın. Saadetin kaynağı dışımızda değil, içimizdedir.”
Mutluluğu, mal-mülk, makam-mevki ve eğlencelerde arayanlar gerçek mutluluğa kavuşamazlar. Nice mal-mevki, şan-şöhret sahiplerinin huzura ermediklerini, mutluluğa kavuşamadıklarını görmekteyiz. Mevlâna mutluluğun ve üzüntünün nasıl oluştuğunu şu şekilde belirtiyor: “Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası, huzur ise bir ibadetin karşılığıdır.” Yani iyilikler insanı mutlu edeceğini, kötülüklerin de mutsuz edeceğini vurguluyor. Dolayısıyla İslâmî anlayış ve yaşayışın dışında ki,   döşünce ve anlayışlar gerçek anlamda başarı ve mutluluk sağlayamazlar. Gerçek başarı ve mutluluk, inanç, ibadet ve ahlâkî yaşayışla mümkündür. Bu sağlanmadan, ortaya konulmaya çalışılan her mutluluk girişimi, başarısız olmaya mahkûmdur. Böyle bir mutluluk, yapay, geçici ve sahte bir mutluluktan ibarettir. Mutluluk, insana sevinç verir ve sağlıklı, huzurlu olmayı sağlar. Mutluluğun zıddı üzüntüdür, Üzüntü de insanı içten yıkar, mutsuz kılar ve çeşitli hastalıklara yol açar.