İkinci Trump döneminin gölgesinde AB’nin geleceği

Trump’ın iktidara gelişiyle Avrupa’da yükselen sağ, ister istemez gözlerin öncelikle 23 Şubat’ta Almanya’da yapılacak erken seçimlere çevrilmesine neden oldu. Çünkü tıpkı Trump gibi AFD lideri Weidel, başbakan adayı olarak, sığınmacı karşıtlığına dayalı seçim programını açıkladı ve Almanya’nın dış politika vizyonunu tamamen değiştirme vaadinde bulundu. Kurultayda Weidel yine tıpkı Trump gibi Almanya’da yaşayan milyonlarca göçmeni hedef alarak 'kitlesel geri gönderimlerin” parti politikalarının temel unsuru olduğunu belirtti. Wiedel’in diğer vaatleri arasında Almanya’yı AB’den ve Avro Bölgesi’nden çıkararak, Rusya ile yeniden işbirliğine gidip Kuzey Akım projesini yeniden devreye sokmak gibi hedefler mevcut. AFD iktidara gelir ve bu hedefleri uygulamaya koyarsa “Sonuçta ne olur?” sorusu öne çıkmaktadır.

Esasen burada iki ilginç nokta var. Birincisi hem ABD’nin hem de Avrupa ülkelerinin bundan sonraki amaçları, kendi ulusal egemenlik güçlerini tahkim etmeye yoğunlaşmak olmalıdır. İkincisi ise esas rekabetin ülkeler arasında değil de ulusalcılarla küreselciler arasında olmasıdır. Sözgelimi aşırı sağcı AFD’nin sorunu ABD ile değil, ABD’nin içindeki kripto siyasetçilerledir. Almanya ile Rusya arasındaki enerji işbirliği Trump’ın döneminde değil, ABD’yi nasıl yönettiği bilinmeyen Biden döneminde bozulmuştur. Fakat esas dananın kuyruğunun koptuğu nokta; AFD Almanya’da 23 Şubat’ta iktidara gelse bile Almanya veya daha genel anlamda AB ile Trump iktidarı arasında çatışma ve rekabet konularının azalmayacağıdır. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi, Trump’ın AB karşısında elinde çokça koz bulundurmasıdır. İkincisi ise AB’nin bu kozlara karşı elinin oldukça zayıf olmasıdır. Bu kozlar o kadar güçlüdür ki sözgelimi Musk, AFD’nin seçim toplantısına katılarak AFD’nin Almanya’nın umudu olduğunu söylemiştir. Kuşkusuz bu durum, Almanya’nın iç işlerine müdahale olarak algılanmakta ve AFD seçimleri kazandığı takdirde Almanya’nın ABD’nin güdümüne gireceği endişelerine yol açmaktadır. Bu olası gelişmeler kuşkusuz Türkiye’yi de yakından etkileyecektir. AB Yüksek Komiseri Kallas’ın Türkiye ziyareti esnasında “Türkiye, AB için stratejik bir ortaktır.” sözleri boşuna değildir. Zira AB, güvenliğinin temini açısından hiç olmadığı kadar Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadır.

Gelelim ABD’nin AB’ye karşı elinde bulundurduğu kozlara… 23 Ocak’ta Davos’taki toplantıya bağlanan Trump, AB'nin ticaret politikalarını hedef almış ve ABD’ye yatırım yapmayanları gümrük vergileriyle tehdit etmiştir.

Daha da önemlisi, tüm NATO ülkelerinden savunma harcamalarını GSYİH'nin yüzde 5'ine çıkarmalarını isteyeceğini ifade eden Trump, açıkça Avrupalı liderlere meydan okumuştur. Çünkü askerî bütçe artışlarına karşı iç muhalefetle karşılaşan pek çok Avrupalı lider, hâlihazırdaki yüzde 2’lik hedefi bile tutturmakta zorlanmaktadır. Petrol fiyatlarının düşmesini sağlayarak ve Rusya’yı zor durumda bırakarak Ukrayna savaşını bitireceğini iddia eden Trump, Avrupa’yı enerji açısından kendine daha da bağımlı hâle getirmeyi istemektedir.

Ukrayna savaşının sonuçlarını yakından tahlil edince açıkça görüyoruz ki söz konusu savaş, Rusya’yı zayıflatmaktan öte Avrupa’yı enerji açısından ABD’ye daha bağımlı hâle getirmiştir. Sözgelimi, Norveç’in ardından AB’nin en büyük ikinci doğal gaz tedarikçisi hâline gelen ABD, 2024 yılında Almanya’nın doğal gazının yaklaşık yüzde 13,5’ini temin etmiştir. Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü (DIW) Başkanı Fratzscher’in de belirttiği gibi; Alman hükûmeti veya AB Komisyonunun Trump yönetimiyle anlaşmazlıkta güçlerini birleştirme yönünde bir “strateji” geliştirmesi yerine, “Avrupa’da büyük bir bölünme” yaşanması olasılığı Trump’ın elindeki en büyük kozlardan bir diğeridir. Bolu Kartalkaya’daki yangın felaketinde vefat eden vatandaşlarımıza rahmet diliyor ve bu konuda bilinçlenmemizi ümit ediyorum.