İmtiyaz Olmadan Başarıların Öyküsü

Liyakat esaslı bir yönetim daima güzel sonuç verir. Buna mukabil; imtiyazlı kişilerin korunup kollandığı ve terfi ettirildiği durumlarda ise beceriksizlik söz konusudur. Özellikle askerlik mesleğinde bunun çok örneği vardır.

Ehline verilmediği zaman koskoca Osmanlı Donanmasının ne hale geldiğini tarih okuyanlar bilir. Veya yakın zamandan örnek verecek olursak Balkan savaşlarında yaşadığımız mağlubiyetler birer yüz kızartıcı mahiyettedir.

Şimdi olumsuz örnekler yerine başarıya götüren liyakat esaslı sistemleri nazarlarınıza sunacağız. İmtiyaz olmadan yetiştiği, geldiği yere, yöreye bakılmadan sırf mesleki başarılarından dolayı ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı olmuş bir amiralden bahsetmek istiyorum.

Başka örnekler de vardır. Yakın zaman öncesinde ABD Genel Kurmay Başkanlığını yapan General Powel, otuzlu yaşlarda bu makama yükselmişti. Üstelik zenci bir subaydı. Demek ki liyakat esaslı sistemler imtiyazlı ve ayrıcalıklı insanların hak etmedikleri makamlara gelmesine izin vermiyor.

İşte serdümen er iken Amiral olan Boorda'nın sıradışı hikayesi de böyledir.Boorda, 1956 yılında 17 yaşında iken lise eğitimini bırakıp yaşını büyülterek Amerikan Donanmasına "er" olarak girmiş; bir süre çalıştıktan sonra sınavla astsubaylığa geçmiş. 1962 yılında subay yetiştirme okuluna tefrik edilmiş ve buradan mezun olmuştur.

Gemilerde çeşitli görevler yaparken bir yandan da Rhode Island Üniversitesini bitirmiş. Birkaç gemide komutanlık görevlerinde bulunmuş. 1984 yılında Tuğamiralliğe terfi etmiş. Amerikan Deniz Kuvvetlerinin muhtelif kademelerinde muharip kadrolarda görev yapmış; NATO ve uluslararası deniz harekâtlarına katılmış ve 1991 yılında Oramiral rütbesine terfi etmiş ve 1994'te Donanma Komutanlığı'na atanmıştır.

Boorda, bu göreve gelen ve Deniz Harp Okulu mezunu olmayan ilk amiraldir. Dahası, mesleğe sade bir er olarak başlamıştır. 1996 yılında Boorda'nın bazı madalyaları hak etmediği halde taktığı söylentisi medya tarafından dillendirilmişti. Boorda bu söylentilerden çok rahatsız olmuş ve tüm sembol ve işaretleri hakkıyla elde ettiğini ifade etmişti. Ancak medyanın ve ayrıcalıklı Amerikan sınıfının yargısız infazı, Boorda'yı "onuru için" intihara sürüklemiştir.

Ölümünden sonra yapılan araştırmada bahse konu cesaret madalyalarını Vietnam'da resmi olarak aldığı, yani hak ettiği, ortaya çıkmıştı. Şimdi sonu kötü bitmiş olsa dahi  bu durum imtiyazsız bir orduda nasıl yükselebildiğini anlatan güzel bir örnektir. Şimdi kendi ordumuza dönebiliriz:

General ve amirallerimizdeki makam sevgisi çok farklı bir şey olsa gerektir. 350 den fazla generale sahip bir yapı ile sırça köşklerde gününü gün eden generallerin elbette darbe hayalleri kurmasının önüne geçmek güçtür. İmtiyazlı yani ayrıcalıklı bir sınıfın yerini maraba diyerek küçümsediği halka bırakması söz konusu olamaz tabii ki. Yoksa siz eşi başörtülü askerlerin neden ordudan atıldığını zannediyordunuz ki?

Biraz da gülelim. Birkaç yıl önce bazı kuvvet komutanları akıllarınca hükümete kafa tutmuşlardı. Güya hükümete "onurlu istifaları" ile tepki verdiler. Nitekim hükümete söz geçiremeyince “emekli olma yolu ile topluca istifa tehditinde” bulunmuşlar, Başbakan Erdoğan da onların bu blöfünü yemeyip hepsini emekli etmişti. Zaten 3 gün sonra istemeseler de emekli olacaklardı. Fakat istifa dahi etme onurunu dahi göstermediler. Maddi imkânları kaybetmemek için emekliliğini istediler de  bu sayede maddi imkanlara ne derece bağlı oldukları ortaya çıktı..

Devlet içinde devlet olan askeri yapı, nihayet Milli Savunma Bakanlığına bağlandı. Gerçi Genel Kurmay Başkanlığı bütün modern ordularının aksine hala Başbakan’a bağlı. Lakin buna da şükür. Bizim faşistlere bunu yaptırmak dahi güç bir iştir.

Bundan böyle “askeri teamül” adı altında her türlü faşist yöntem, demokrasiye aykırı hareket, hükümete ve sivillere dayatılması daha zordur. Lakin hükümetin tavizkar tutumu insanı endişeye sevk etmiyor değil.

Bu arada 15 Temmuz Darbesinden sonra ilk defa bir astsubay kaynaklı bir asker general dahi oldu. Nihayet köhnemiş Prusya sistemine bir takoz konulmuş oldu. Ne yazık ki bu yeniliklerin arkası gelmedi. Hükümeti de arkasına alan askeri yapı dindar insanları hala kışlaya yaklaştırmıyor köhnemiş mükellef askerlik sistemini millete, bağırta bağırta dayatmaya devam ediyor.

Böyle başa böyle traş. Sebep olanlar utansın. Neyse biz olumlu örneğimize devam edelim. Astsubay olarak göreve başladığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nde, 28 Temmuz'da toplanan Yüksek Askeri Şura kararıyla tuğgeneralliğe terfi eden Albay Cemal Balıkçı'nın 29 Temmuz 2016 tarihi itibariyle tuğgeneral olmuştu. Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi mezunu olan Balıkçı, istatistik bilimi yöneylem alt dalında doktora ve endüstri mühendisliği dalında yüksek lisans yaptı. Tuğgeneral olan Balıkçı, Balıkesir 9. Ana Jet Üs Komutanlığı'nda Uçak Sistemleri Komutanı olarak görev yapıyordu.

İşte yukarıdaki bunun gibi askerleri çağın gereklerine göre yetiştirmek için bu “teamül” denilen Prusya kanunlarını yıkmak şarttır. Şimdilik Batı ülkeleri ve NATO standartlarını benimseyerek atanmışların kayıtsız şartsız seçilmişlerin emrine girdiği yönetim biçimlerine geçmek, daha sonra da bunu ülkemiz gerçeklerine uygun hale getirmemiz gerekiyor.

Eski bir Genelkurmay Başkanı’na ait olduğu söylenen ses kayıtlarında “tim komutanı silahını bırakıp kaçıyor” ifadesini duymuş çok üzülmüştüm. Ordudan namaz kıldığı ve eşi başörtülü olduğu için atılan silah arkadaşlarım da bu sözleri duyunca, kahrolmuşlardır. Artık mızrak çuvala sığmamakta, askeri eğitim sisteminin çarpıklığı ve din düşmanlığı kimsenin inkâr edemeyeceği bir biçimde göze çarpmaktadır.

Yıllarca askerin manevi yönü ihmal edilmiş hatta dindar olmak, suç sayılmaya başlanmıştır. Üstelik tayin terfi sisteminde çalışkan ve başarılı subaylar yerine dindar askerleri ordudan atan kişilerin tercih edilmesi 15 Temmuz gibi utanç darbelerini meydana getirmiştir.

Mevcut sistem sayesinde faşist generaller dindar insanların kıyımını esas görev bilmiş hala dahi utanmadan tv konuşmalarında bunu savunabilmektedir. Sanki FETÖ yapılanmasını uzaydan gelen yaratıklar yaptı. Bu nedenle hükümetin işi bir hayli güçtür. Bu “na to kafa na to mermer” generallere yüksek standartlı ve liyakate dayalı bir ordu kurmak, deveye hendek atlatmaktan daha zordur.

Çünkü yıllarca görev yapmaya istekli, azimli ve fedakâr insanların önünü tıkanmıştır. Terfide liyakat ve maharet yerine imtiyazlı sınıftan olmak, ideolojiyi ön plana çıkarmak (Kamalizmi) ve üstlere yakınlık önem kazanmıştır. Terfi etmede yüzyıl öncesinin kuralları geçerlidir. Hâlbuki gayretli insanların önü açılsa onlara yükselebilme imkânları getirilse herkesin arzuladığı “kahraman askerler” yeniden ortaya çıkacaktır, vesselam…