İslâm’da Ve Demokraside Siyaset -1

Genel manada siyaset, insan topluluklarını yönetme, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıdır.

İslâm’da siyaset, keyfi yorumlara ve arzulara göre şekillendirilecek bir oluşum değildir.

Hanefî fûkahasından İbnÂbidîn diyor ki: “Siyaset, halkı dünya ve ahirette kurtulacakları yola irşâd etmekle onların salâh ve menfaatleri için çalışmaktır.”

Demek ki, İslâm’da siyasetin temel hedefi, insanların dünya ve ahiret mutluluğunu kazanacakları ortamı hazırlamak ve sürdürmektir. Dolayısıyla bu hedefe hizmet edebilecek insanların yöneticiliğe getirilmesi gerekir.

Bunun için de din-devlet, din-toplum, toplum-devlet, fert- toplum ilişkileri İlâhî emirlere ve referanslara göre düzenlenmelidir.

Bu da, tevhid merkezli bir siyaset demektir. Demek ki, İslâm’da siyaseti, imanî meselelerden ayrı değerlendiremeyiz. “Tevhid”, imanî bir gerçek olduğu kadar, aynı zamanda siyasî bir gerçeği de ifade etmektedir.

Buradan da, İslâm’da siyasetin İlâhî ve manevî bir hedefi ve gayesinin olduğunu anlıyoruz. İslâm’da siyaset, kaçınılması ve ondan Allah’a sığınılması gereken bir oluşum değil aksine, bizzat dinin kendisidir, kutsal bir yapıdır ve Allah’a giden bir yoldur.

Siyasetin baş aktörü insandır. İnsansız siyaset olmaz, bu ister İlâhî ister beşerî sistemler olsun fark etmez, hepsi için geçerlidir.

Hiçbir insanın siyasetten soyutlanması mümkün değildir. Siyaset yapmak, yönetime katkıda bulunmak, her ehil insanın hem hakkı, hem görevi, hem de sorumluluğudur. Dolayısıyla hiçbir Müslümanın da buna ilgisiz kalması düşünülemez. Bir Müslüman kendisini ilgilendiren her konuda, devletin tüm görev ve sorumluluğu olan bütün işlerinde (dış politika, ekonomik, eğitim, sosyal v.s.) söz sahibidir. Yanlışı eleştirme ve doğruyu talep etme hakkına sahiptir.

Müslüman için, siyasetin merkezinde Allah (c.c.) ve hukuku olmalıdır. Dinî kurallar/şeriat, Müslümanların hayatını tanzim etmiyorsa, İslâm’ı, devlet anlayışına hâkim kılmıyorsa, artık insanlar için esprisini, hikmetini, iddiasını ve anlamını yitirmiş demektir.

Çünkü İslâm Devleti’nde, birey ile devlet arasındaki hukukî ortak sözleşme Kur’ân ve Sünnet’tir. İslâm, bütün kurum ve kurallarıyla ancak İslâm Devleti’nde yaşar. İslâm Devleti yoksa Allah’ın haram ve helâllerine uymak oldukça zordur. İslâm’da siyaset yok demek batıldır. Siyaseti de bağımsız İslâm hukukuna dayanır. İslâm, hiç bir kimsenin siyasetine muhtaç değildir. İslâm, kendisini yönetecek siyasete, ilme, kudrete ve kuvvete sahiptir.

İslâm, başka inançların, ideolojilerin, kültürlerin ve yaşam tarzlarının bir parçası olamaz. İslâm’da, “Siyasal İslâm” diye bir kavram yoktur.

“Siyasal İslâm” kavramı, İslâm dışı, başka güçler tarafından üretilmiş ve servis edilmiş bir kavramdır. İslâm’ın kendisi, özü itibariyle siyasî bir karakteristiğe sahiptir. Kendisine has bir siyasî kültürü ve felsefesi vardır. Bu siyasî kültürü ve felsefesi de bir değerdir. Yani İslâm’ın, İslâmî bir siyaset ve İslâmî bir devlet teorisi vardır. Bunun kodları da Kur’an-ı Kerim’de şunlardır. Tevhid, itaat, hilafet, bey’at, şûrâ, emir bi’l- maruf nehyi ani’l- münker, velayet, mülk ve hükümdür.

Bir din olarak İslâm, insanlara siyasî, hukukî, sosyal, ekonomik ve ahlakî bir dünya sunar.

Dünyanın en büyük ve en mükemmel siyasî şahsiyeti Resulullah Muhammed (s.a.s.)’dir. Resulullah Muhammed’in kariyerinin bir yanı siyasî oluşudur. Yirmi üç senede dünyanın en büyük medeniyet devletini kurmuştur.

Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde, İslâm Devleti’nin ve medeniyetinin de yolu açılmış oldu. Medine’ye hicretinden hemen sonra, farklı inanç gruplarıyla ilişkilerini düzenledi. Medine şehir devletini kurdu. Sonra devlet başkanı ve başkomutan oldu. Topluluklar arasındaki ilişkileri belirli kurallara bağladı. Bunları yazılı hale getirdi (Medine Vesikası). Mescidde namaz kıldırdı.

Gelenek ve göreneklere göre, öç alma ve cezalandırma uygulamalarını kaldırdı. İnsanlar arasında, herkes için geçerli hukukî ilişkileri düzenledi ve kurumsallaştırdı. İslâm Devleti’nin ilk hâkimi O idi. Ekonomiyle ve tarımla uğraştı. Pazar yerini bile kendisi tespit etti ve kurallarını koydu. Vefatına kadar geçen sürede, İslâm Devleti’nin bütün temel kurumlarını kurdu ve faaliyete geçirdi.

Bütün bunlar, siyasetin bir parçasıdır. Görüldüğü gibi dini siyasetten ayırmamak, İslâmî bir Sünnet’tir.