Pek çok vesilelerle belirttiğim gibi İsrail’in saldırılarının temelinde yatan nedenlerden biri, İsrail’in, Doğu Akdeniz kıyılarındaki limanları ele geçirmek istemesidir. Gazze’den sonra Beyrut ve daha sonra Lazkiye limanları İsrail’in hedefindedir. Bu saldırıların bir başka nedeni ise İsrail’in bölgede elinden geldiği kadar sınırlarını genişletme ve Arap coğrafyasını kendi tahakkümü altına alma planıdır.
Çoktandır, her seferinde televizyon programları ve yazılarımda dikkat çektiğim gibi artık işler o kadar şirazesinden çıkmıştır ki bundan sonra İsrail’i durduracak tek güç askerî olandır. Diplomasinin devreye sokulması, İsrail mallarının boykot edilmesi, uygulanan yaptırımlar ki -Türkiye dışında İsrail’e karşı doğru düzgün yaptırım uygulayan başka bir ülke de yok- hiçbiri İsrail’i durdurmaya yetmeyecektir.
Bu saldırgan ülke ve onun destekçilerinin anlayacağı tek dil, askerî güç kullanmaktır. Zira İkinci Dünya Savaşı öncesinde Nazilere karşı İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain, uyguladığı yatıştırıcı (appeasement) politikasıyla Almanya’nın sınırlarını genişletmesine göz yumarak kendisini Almanların saldırısından korumak istemiştir. Sonuç ise tam bir hayal kırıklığı olmuştur. Zira İngiltere, Hitler’in saldırılarından kurtulamamış, Naziler, geliştirdikleri hem deniz altılar ile hem de havadan Londra’yı bombalayarak İngiltere’ye saldırmıştır.
Bugün gelinen noktada, Chamberlain konumunda savaşın genişlemesine göz yuman ülkelerin başında, pek çok Arap devleti bulunmaktadır. Bu göz yummalar, İran’ın kendisine karşı yapılan tüm provokasyonlara rağmen İsrail’e karşılık vermemesi, İsrail’i daha da azgınlaştırmaktadır.
Geçtiğimiz hafta, İsrail, çağrı cihazları ve telsizleri patlatarak, Beyrut’u bombalayarak, Hizbullah'ın üst düzey askerî komutanlarından İbrahim Akil’i öldürerek hedefine Lübnan’ı koymuştur. Bu noktada Macron’un “Lübnan’ın yanındayız.” açıklaması, dikkat çekici olmakla birlikte diplomasiye atıf yapması, bize, Fransa’nın bölgeye bir askerî müdahalede bulunmayacağını göstermektedir. Diğer bir deyişle İsrail, Lübnan’a saldırılarını durdurmayacak hatta daha da saldırganlaşacaktır.
Peki, İsrail’i, büyük İsrail devletini kurmaktan alıkoyacak güç bölgeye gelecek midir? Cevap kuşkusuz çok basit; ABD’yi dengeleyecek ve İsrail’e dur diyebilecek güçlü bir küresel aktör bölgeye müdahale etmediği sürece İsrail bölgeye yayılmaya devam edecektir.
Hâlihazırda, Gazze’den gözlerin Lübnan’a çevrildiği şu günlerde İsrail’in başlattığı siber saldırılar, ülkelerin savunma sanayisinde kendine güvenmesinin ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Özellikle 15 Temmuz 2016’dan beri Türkiye, savunma sanayisinde önemli adımlar atarak dışarıya bağımlılığını azaltmaya çalışmış ama bir o kadar da özellikle ABD’nin hedefinde yer almıştır. Bunun en önemli göstergesi, Erdoğan yönetimindeki Türkiye’ye karşı kullanılan çevreleme politikasıdır. Bu, gün geçtikçe artarak Türkiye çevrelenmektedir. Dedeağaç’a yığılan silahlar, Lozan Antlaşması’na aykırı olarak Girit’te ABD’nin hava üssünün kurulması, Meis Adası’nın silahlandırılması, Güney Kıbrıs ile ABD arasında 10 Eylül’de yapılan savunma iş birliği antlaşması ve en önemlisi de PYD/YPG’ye aktarılan inanılmaz boyutta silah, araç ve gereçleri, bizim gözümüze şu gerçeği sokmaktadır. İsrail’in, Gazze’de başlattığı soykırım ile ABD destekli İsrail sadece Arap coğrafyasını ele geçirmeyi hedeflememekte, aynı zamanda Türkiye’yi kontrol edilebilir güç hâline getirmeye çalışmaktadır.