Bir ara Türklerin tamamen dinsiz ve bütün dinleri inkâr eden bir topluma dönüştürülmesi üzerinde durulduğunu da söyleyen Gunter bazı yöneticilerin: “Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin yerin dibini boylamasını istiyorum” şeklindeki sözlerini de dile getirmiştir.
Yine benzeri şekilde “Hocaları, din ve namus telakkisini toptan kaldırmalıyız. CHP’yi ve memleketi din ve namus telakkisinden arındırılmış kişiler ile kısa sürede zengin edip güçlendirmeliyiz. Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkûmdurlar” şeklindeki çok tartışılmış sözleri dile getirmiştir.
İşte Yahudi ve Ermenilerin kontrolündeki İstanbul basını, 1915 yılının sonuna kadar ismi bile duyulmamış, siyasi, fikri ve askeri sahada hiçbir başarısı olmamış, gerçek dışı haberler ile parlatılmış paşaları, basın gücüne aldanarak gerçek bir kurtarıcı zanneden halkımızı; bu şekilde iğfal ettiler.
Bundan sonra ise akla laiklik geldi. Laiklik söylemleri Türklere yabancı idi ama bu bahane ile Türklerin İslam’dan ve bin yıllık kültüründen uzaklaştırılabileceği hususunda bu gizli teşkilatlanma arasında fikir birliği oluşmuştur. İktidarı ele geçirmiş bu gizli Yahudi ve gizli Ermeni azınlık, İngiliz desteğini de arkasına alarak, laiklik söylemleri ile dine karşı öyle bir mücadeleye girişti ki; Avrupa toplumlarının bunlara inanması çok güçtür.
Düşünebiliyor musunuz? Bin yıldır Müslüman olan Türkleri idare edenler Müslümanların kutsal kabul ettikleri Cuma gününü iş günü yapıp, Hıristiyanların ve Yahudilerin kutsal günleri olan Cumartesiyi ve Pazarı tatil yaptılar.
Kılık kıyafetten, alfabeye, fikriyata ve vicdanlardaki inançlara kadar her şeye devlet gücü ile müdahale edildi. Bir Diyanet İşleri kurumu tesis edilip din, tamamen devletin daha doğru ifade ile faşist rejimin kontrolü altına alındı. Ünlü İslam ve Türk büyüklerinin mevcut bulunan kabirleri ve türbeleri, bu dönüşümün uzun sürmesine sebep olacak ve milli-manevi değerleri diri tutacak diye tahrip edildi.
Yaklaşık 64 bin ünlü kişinin mezarları açılıp kemikleri çalındı. Bu gün içlerinde Mimar Sinan gibi dünyaya mal olmuş yüce bir şahsiyetin bile bulunduğu 64 bin kıymetli insanın kafatasının akıbeti bilinmiyor. Her hususta olduğu gibi bu hususta da taktik bir hareket tarzı sergilendi. Elbette ki dünya tarihinde eşi görülmemiş böylesine bir kafatasçılığa, ırk ve din düşmanlığına, böylesine bir hukuksuzluğa “Kimin Türk olduğunu, kimin Türk olmadığını belirlemek” gibi bir mazeret dahi bulmuşlardır.
Evet; kafataslarını mezura ile ölçüp sözde Türk olup olmadıklarına karar veriyorlardı. Üstelik ölçtükten sonra da yerine koymuyorlardı. İslam düşmanlığı, geçmişte yaşamış Müslümanlara kadar uzanıyor ve bu Müslümanlar kabirlerinde bile işkenceye tabi tutuluyorlardı. İngilizlerin meşhur tarihçisi Arnold Toynbe’nin de sık sık dile getirdiği gibi, korkunç bir inanç, kültür ve can kıyımı yapıldı. Sadece İstiklal mahkemeleri üzerinden yapılan zulmü anlatmak dahi uzun sürer.