Kalitesizlik can alıyor

İngilizlere atfedilen bir söz vardır: Kalitesiz mal alacak kadar zengin değilim.

Bir ürün alırken sırf ucuz olsun diye kalitesinden feragat ediyorsanız ileride başınıza daha büyük maliyetler açılacağını söyler.

Her insanın yaşamında en az bir kez deneyimlediği bir durumdur ve hemen herkes, bu sözün doğruluğunda hemfikirdir. Ancak iş hayatta tatbik etmeye gelince büyük çoğunluk tam tersini yapar. Yani insanların çoğunluğu, gündelik yaşamda ucuzculuğa kaçar, bile isteye kendi zararlarına olan tercihler yapar.

Maliyetler tabii ki önemli bir etkendir. Kaliteli ürünün hemen ödenecek bir maliyeti vardır. Kalitesizliğin maliyeti ise daha ileri bir tarihte ödenir. İşimize gelmeyen durumlarda iyimser düşünmeye yatkın olan aklımız kendi kendini “bir şey olmayacağına, risklerin sanıldığı kadar büyük olmadığına” ikna eder.

Hayat dediğimiz şey de esasen tek tek ürünlerin, hizmetlerin ve insan ilişkilerinin toplamından başka bir şey değildir. Dolayısı ile bunların kalitesizliğinin toplamı, hayatın kalitesiz olması anlamına gelir. Kalitenin maliyetinden kaçınmak eğilimi, sizi eninde sonunda kalitesiz bir yaşama mahkûm eder. Kalitesiz bir yaşamın maliyetinin karşınıza ne olarak çıkacağını, nasıl bedel ödeteceğini ise asla bilemezsiniz.

İşte kaç gündür Kartalkaya’daki faciayı konuşuyoruz…

Turizm sektörümüzün hâli ortada…

İtfaiyemizin hâli ortada…

Bürokrasimizin hâli ortada….

Ama başka alanlar bundan farklı mı, kuşkuluyum… Ticaretimiz, iş yapma biçimimiz hatta insan ilişkilerimiz ne kadar kaliteli, ne kadar güvenilir, tartışılır.

Yaşamımızı bir bütün olarak saran kalitesizlik, her gün karşımıza kötü hizmet olarak, fahiş fiyat olarak, sözünü tutmayan insanlar olarak, can sıkıcı başarısızlıklar olarak çıkıyordu. Bu sefer katlanılması çok güç bir bedel hâlinde belirdi, 78 insanımızın canını aldı.

İlk bakışta tuhaf gelebilir ama acı gerçek budur… Gündelik yaşamımızdaki kalitesizlik ile 78 insanı hayattan koparan cinayet arasında doğrudan bir bağlantı var.

Her gün yaşadığınız trafik sorunu ile, önünüze konulan yemeğin tatsızlığı ile, oturduğunuz konuttaki yetersiz ses yalıtımı ile, şehirlerin tabela çöplüğü olması ile, musluktan akan suyun içilememesi ile, sosyal yaşamda tek geçer akçenin para ve şatafat olması ile, sanat ve kültür kısırlığı ile bu büyük felaket arasındaki ilişkiyi görmek zorundayız.

Çünkü toplamda hepsi aynı kalitesizliğin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Küçük bedeller ödediğimizde bunu önemsemiyoruz, nasılsa atlatılır deyip geçiştiriyoruz. Ama öyle bir an geliyor ki aynı sorun telafisi mümkün olmayan bir cinayet olarak karşımıza çıkıyor.

Tıpkı akılalmaz trafik kazalarında olduğu gibi…

Tıpkı kendi kendine çöken binalarda olduğu gibi…

Tıpkı üç kuruşluk tedbirler alınmadığı için gerçekleşen iş cinayetlerinde olduğu gibi…

Tıpkı inatla dönüştürmediğimiz kentlerimizi vuran deprem faciasında olduğu gibi…

Yaşam kalitesi söz konusu olduğunda hâlimiz hiç de övünülecek bir hâl değil. Standartlarımız zayıf, eğitimimiz yetersiz, gelirimiz düşük ve beklentilerimiz tutarsız…

Büyük felaketlerden korunmanın yolu küçük kazaları önlemekten geçiyor. Kendi gerçekliğimizi doğru okumalı ve ne yapıp edip kaliteyi merkeze almanın bir yolunu bulmalıyız.