Kanal İstanbul aynı zamanda bir modern şehir projesidir. Bu güne kadar çok hoyrat bir şekilde inşa edilen milyonlarca yapı yerine insan ve çevreye dost İslam aleminin gözdesi olacak modern bir şehir kurulmaktadır. Depreme karşı son derece kötü inşa edilmiş yapılar yerine insan sağlığı ve tabii afetlere karşı modern bir şehircilik anlayışı ile donatılmış bir projeyi görmezden gelmek İstanbul’u sevmemekle ilgilidir.
500 Yıldan beri İslam Halifeliğinin başkentliğini yapmış bu mübarek şehir maalesef hoyrat ve iş bilmez yöneticiler yüzünden kötü bir duruma düşürülmüştür. Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde yapılan çalışmalar sayesinde belirli bir noktaya kadar gelinmiş ise de bu yeterli değildir. Çöp dağlarının patlayarak insanların öldüğü ve kanalizasyon atıkları yüzünden her türlü pislik ve mikrobun bulunduğu Haliç gibi eskiden çok daha korkunç korkunç bir şehirden bahsediyoruz.
En tuhaf sorular ise maalesef emekli askerlerden geliyor. Diyorlar ki bir savaş durumunda askeri sevkiyatlar zorluklarla karşılaşır. Ülke güvenliği açısından Kanal İstanbul tehlikelidir. Bu şekilde konuşan insanlar hala Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yıllarından kalmış bilgiler ile Kanal İstanbul’a karşı çıkıyorlar. Böyle kişilere cevap vererek ciddiye almak çok daha büyük bir yanlış olduğu için bu sorulara cevap vermeyi yersiz buluyorum.
Diğer bir soru ise Marmara Denizindeki canlıların tehlikeye düşeceği iddiasıdır. Bu tür eleştiriler bilimsel bir temele dayanmadığı için cevaplandırılmasına da gerek yoktur. Fakat çevre hassasiyetine önem verenlere; önceki yazımda bahsetmiş olduğum 43denizcinin ve milyonlarca deniz canlısının öldüğü İndependenta tanker faciasını hatırlatmak istiyorum. Çevreye duyarlı insanların kanal İstanbul ve benzeri projelere herkesten önce sahip çıkması ve destek olması gereklidir. Aksi takdirde kendileri ile çelişkiye düşmüş olacaklardır.
Diğer sorulara da başka zaman cevap vermeye çalışırım İnşallah. Lakin tarihimizden çok önemli dört örneği okuyucularıma arz etmek istiyorum. Kanal İstanbul’u eleştirenler Osmanlı Devletinde yaşayan dedelerimizden dahi çok gerilere düştüklerini bilmelerini istiyorum.
Birincisi Tuna Nehridir. Yüzyıllarca ince donanmanın yani hafif savaş gemilerinin kullandığı bu su yolu Osmanlı Devletinin en önemli askeri ve lojistik gücü olmuştur. Askerlerimiz zaferden zafere koşarken Tuna Nehrinden çok istifade etmiştir.
İkincisi ise Süveyş Kanalı’dır. Bu kanalın inşasını Osmanlı Devleti bugünküne benzer şekilde yap-işlet-devret modeline benzer şekilde yaptırmıştır. Kanal devreye girdikten sonra İngiliz ve Fransızlar işletmeyi devretmemiş tam tersine Mısır’ı işgal ederek bu çok önemli eserimizi gasp etmişlerdir.
Üçüncü örneği ise Don-İdil Kanalından vereyim. Büyük Vezir Cağaloğlu Mehmet Paşa çok önemli bir ileri görüşlülük ile Hazar Denizine gemilerin geçmesini sağlayacak olan Don ve İdil nehirlerini birleştirecek projeyi başlatmıştı. Kanalın neredeyse yarısı da kazılmıştı. Fakat Yeniçeriler isyan edip “istemezük” diye Kırım Tatar Hanını da yanlarına alıp bu önemli projeye karşı çıktılar. Bu projeyi tamamlamak Sovyetler Birliği Başkanı Stalin’e nasip oldu. 1952 yılında açılan kanal sayesinde gemiler hala Bakü’den gelip İstanbul Boğazını aşarak bütün dünyaya açılmaktadır.
Yirmisekiz Mehmet Çelebi 1720 yılında Fransa’ya gittiğinde Akdeniz’den Atlantik Okyanusuna kanal açıldığını görmüştür. Bunu hatıralarında yazarak su yollarının önemini vurgulamıştır.
İşte Osmanlı dedelerimizden sonra bir de şimdiki CHP’li siyasetçilere bakalım. Ne kadar tutarsız ve ileri görüşten yoksun olarak hareket ediyorlar, bir daha düşünelim. Niye yalan söyleyeyim, Rahmetli Özal bu dar düşünceli ve CHP’li siyasetçiler hakkında çok haklıymış, vesselam…