Türkiye’de, “yerli ve milli tarım” ile üretim açıklarının kapatıldığı söylemini kabul etmeyen Aydın, çeşitli tarım ürünlerinin ithal edildiğini ileri sürerek gıda ürünlerinin net ithalat bakiyesi verdiğini iddia etmektedir. Ekonomik krizin yaklaşmakta olduğunu da şu sözlerle dile getiriyor:
“Toplumsal işsizlik seviyesi yükselirken, şirketlerin çalışan ücretlerini düşürmesine göz yumuluyorsa; ithal girdilere teslim edilmiş bir üretimle önce TL’nin değer kaybına, beraberinde gıda ürünlerinin fiyatlarının yükselmesine müsaade ediliyorsa; bunlar yaşanırken, şirketler zenginleşiyor ve emekçiler daha da yoksullaşmaya zorlanıyorsa; iktisat bilimine göre bir toplumsal krizin arifesine geliniyor demektir. Kapitalizmin (meydana getirdiği) servet ve gelir eşitsizliğinin kaçınılmaz sonucu budur ve hamasi duygularla bunun üzerinin örtülmesi mümkün değildir”.
Yazısının son bölümünde bana ait olmayan “eşitlik” ile ilgili düşünceleri ifade eden Aydın’a katılmıyorum. Çünkü insanlar asla eşit değildirler. Eşitlik; sadece hukuk önünde olabilir. Zira Fransız İhtilal’i ile daha çok tartışılan “eşitlik” kavramı insanlara yapılmış büyük bir zulüm ve haksızlıktır. Çalışanla, tembel olan birisi veya Allah’ın verdiği kabiliyetleri geliştiren bir insanla hayvan gibi yaşayan birisi nasıl eşit olur? Diğer yazılarımın eleştirildiği bu kısım şu şekilde ele alınmış:
“Diğer yandan bu bilimsel veri toplumsal ve bağlı olarak cinsiyetler arası eşitliği dayatır. Aksi tahakkümdür, kapitalist düzenin olumlanmasına hizmet eder. Vehbi Kara’da ise eşitlik, İkinci Abdülhamit’le müstesnadır. İkinci Abdülhamit’in 23 Aralık 1876 yılında Almanya’nın desteğini kazanabilmek için ilan ettiği Birinci Meşrutiyet temel referansıdır. Birinci Meşrutiyet; Genç Osmanlılar, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi aydınların mücadelesi sonucunda ve Mithat Paşa’nın etkisi ile Sultan’ın tahta geçme sözü olarak ilan edilmiştir. Sultan’ın meclisi ve Kanun-i Esasi’yi sadece iki yıl sonra rafa kaldırarak otuz yıla yakın sürdürdüğü baskıcı dönem de bu eşitliğin parçası olsa gerek!
Osmanlı’da eşitlik fikri esasen 1908 Hürriyet Devrimi ile vücut bulmuş, ‘eşitlikçi’ sultanı tahtından indirmiştir. 1908’den süzülerek ve mücadelelerden geçerek gelen Cumhuriyet ise onun tacı olmuştur.
Vehbi Kara’nın da söylediği gibi ‘… 23 Nisan 1920 Cuma günü Meclisimiz, dualar, Kur’an ve Buhari hatimleri ile törenle açılmış...’ devamında ise önce padişahlığı (1922) ve sonra hilafeti (1924) kaldırmış; tekke ve zaviyeleri kapatmış (1925) ve ardından kadınlara seçme ve seçilme hakkını (1934) teslim etmiştir.
‘5 Şubat 1937’de aslında Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri olan ‘Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılâpçılık’ Anayasanın 2. maddesine dâhil edilerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel nitelikleri olarak belirtilmiştir. Şimdi kırmızıçizgiler olarak geçen ve değiştirilmesi talep dahi edilemeyen maddelerin aslı bunlardır.’
Her ne kadar bu cümlede; ilkelerden ’Ulusçuluk’ Milliyetçilik olarak, ‘Devrimcilik’ de inkılapçılık olarak geçse de… Cumhuriyet devrimi ve Türkiye aydınlanmasının ilkeleri olarak kabul ettiğimiz, tarihin gerisine yani feodal monarşiye düşmeyi reddettiğimiz için aynı bağlamda olmak üzere kadının eşit ve üretken yaşamının eve kapatılmasını savunan aforizmaların da reddedilmesinin savunulması gerçekçidir.”
Bu kısımda Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarını kast ederek yaptığım eleştirileri gerçekçi bulan Aydın, özelleştirmeyi ise eleştirerek asıl israfın buradan kaynaklandığını savunmuştur. Çeşitli yazılarımda “devletçiliği” rantiyecilik ve “Yağma Hasan’ın böreği” olarak eleştirmiş olduğumu bilmemektedir. Özelleştirme konusuna çok farklı yaklaşmış olduğumuzu okuyucularım çok iyi bilmektedirler.
Kriz dönemlerinin, sistemin gücünü yitirdiği dönemler olduğunu ve sermaye sınıfının dini inanışları kendi çıkarlarını korumak için kullandığını ifade eden Aydın’ın ne derece hatalı bir bakış açısı içinde olduğu açıktır. Faiz gibi sömürü araçlarını reddeden ve zekât vermeyi İslam’ın şartı olarak öne süren bir dine karşı bu sözleri söylemek konuya ne derece uzak kalındığını apaçık ortaya koymaktadır.
Yazılarımdan beş tanesini referans olarak ele alan Aydın’ın faiz ve zekât konusundaki yazılarımı incelemesini tavsiye ederim. Son söz olarak “yaratmak” Allah’a mahsus bir fiildir. Bu nedenle sık sık geçen bu kelime nedeni ile parantez içinde “meydana getirmek” ifadesini kullandım. Bunun haricinde Aydın’ın yazısının hiçbir kısmı değiştirilmemiştir, vesselam…