Kıbrıs’ı da kedilere mi verelim?

Kediler hakkında şahane bir belgesel izledim. Evcil kedi ya da zoolojideki adı ile Felis Silvestris Catus, tarihte ilk olarak Kıbrıs’ta görülmüş. Evet, gündelik yaşamımızın ayrılmaz parçası olan kedicikler, tüm dünyaya Kıbrıs’tan dağılmışlar.

Şimdi gelin bir fantezi kuralım. Bir sabah kalkıyoruz ve bir de bakıyoruz ki dünyanın bütün kedileri birleşmiş, sokaktakiler miyav miyav bağırarak nümayiş yapıyor, evdeki pisiler de pencere ve balkonlardan onlara destek veriyor.

Kurgu bu ya dile de gelmişler, “İnsanoğlu bize çok zulmetti. Hele son zamanlarda başımıza gelmeyen kalmadı artık bizim de müstakil bir yurdumuz olsun istiyoruz. Bir vatan sahibi olmak, herkes gibi bizim de hakkımız.” diyorlar.

Bir de kendi aralarında politik konsey kurmuşlar, taleplerini bir bildiri ile yayınlıyorlar: “Vadedilmiş yurdumuza, Kıbrıs’a geri dönmek istiyoruz. İnsan soyu iki sebepten dolayı buna müsaade etmek zorundadır. Birincisi bizi çok kırdı, çok öldürdü, soykırım yaptı, hâlâ da yapmaya devam ediyor. İkincisi bizim kutsal saydığımız bir metin var orada diyor ki “Kıbrıs ve civarı tamamen kedilere aittir, mutlaka kedilere verilmelidir.”

Ne abuk şey değil mi? Olur mu böyle deli saçması iş?

E oluyor işte. Üstelik olayın kahramanı kediler gibi sevimli yaratıklar da değil, ipten kazıktan kopma siyonistler.

Binlerce yıl önce terk edip gittikleri bir bölgenin yani Filistin’den başlayıp Güney’de Hicaz, Kuzey’de Türkiye’ye kadar uzanan bir alanın, kendilerine ait olduğunu söylüyorlar. Söylemekle de kalmıyor, gelip orayı işgal etmeye kalkıyorlar. Gerekçe? Çünkü zulme uğradılar ve çünkü kutsal saydıkları kitap öyle diyor!

“Efendim, benim de herkes gibi bir vatana ihtiyacım var. Şimdi gidip dedelerimin çıktığı yeri alacağım.” Hatta daha beteri “Siz bana vereceksiniz, vermek zorundasınız çünkü kutsal kitap öyle diyor.” Binlerce yıl önce oradan çıkan kendisi miydi belli değil. Orada binlerce yıldır yaşayan insanların bir hakkı var mı umurunda değil! Bana vereceksiniz çünkü kitap öyle diyor!

Yahu Allah aşkına, bunun kedilerin Kıbrıs fantezisinden ne farkı var? En az onun kadar saçma… Ve “medeni dünya” denilen çöp, işte tam böylesi bir saçmalığı âdeta bir dogma gibi kabulleniyor.

Üstelik işin bir de çok acı yüzü var. Kedilerin fantezisi sadece bir kurmaca ve kimsenin yaşamına mal olmuyor. Siyonist işgal ise şaka değil buz gibi gerçek.

1948’den beri milyonlarca insanı yurdundan eden bir hırsızlıktan, yüz binlerce masumu öldüren bir cinayetten söz ediyoruz. Dünya üzerinde sahip olunabilecek en sapkın, en akıl dışı gerekçeye dayanılarak koskoca bir Filistin ulusu yok ediliyor.

Artık bir soykırıma dönüşmüş olan bu akıl dışı fanteziyi mahkûm etmek neden kimsenin aklına gelmiyor? İki devletli çözüm dediğimiz şeyin işgalciler tarafından dayatılmış bir “de facto” olduğunu ve aslında ona bile razı olmayacaklarını, tek amaçlarının o sapkın hedefe ulaşmak olduğunu anlamak bu kadar mı güç?

Önemli bir dipnot ile bitirelim:

Masum hayvanları bu alçaklara benzettiğim için kedilerden özür dilerim. Bizler gibi düşünen varlıklar olsalardı buna kızmazlardı zannediyorum. Yeri gelmişken bir de hatırlatma yapayım; ülkenin her yerinden hayvanlara yönelik zulüm haberleri geliyor. Bu işlere maalesef belediyelerin barınakları, veteriner müdürlükleri de karışıyor. Parti ayırt etmeden söylüyorum; hayvana zulüm ve işkence yasalarımıza göre suçtur ve inancımıza göre de büyük günahtır. Sakın ha bu garibanları sahipsiz zannedip kanuna, vicdana aykırı işlere tevessül etmeyin. Halk nezdinde çok ciddi itibar kaybına uğrarsınız.