Yeni anayasa tartışmalarının dışa doğru açılıp genişlemesini umuyorduk. Tam tersi oldu ve içe doğru burkuldu. “Nasıl bir anayasa?” sorusu, “Biz anayasa yapabilir miyiz?”e dönüştü. Üstelik ‘âcizlik’ tonlamasıyla söyleniyor.
Soru en geniş ölçekte; “Biz toplum olarak anayasa hazırlıklarının en geniş zemininde sağlam duruyor muyuz?”, başka bir deyişle, “Biz toplum olarak hangi şartlar bir araya gelirse anayasa hazırlayabiliriz?”.
İlk söz
Yeni anayasa konuşulurken en sivri sözü, oy oranı yüzde 1’e ulaşmayan HÜDA PAR’ın genel başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu söyledi. Yapıcıoğlu, 12 Eylül Darbesi’nin 44. yıl dönümünde katıldığı televizyon programında, yeni anayasa tartışmalarını değerlendirdi. Anayasa’da değiştirilemez maddelerin olmaması gerektiğini savundu; “Anayasa’da değiştirilemez maddelerin olması, hukuk tekniği açısından da siyaseten de doğru değil. Bu, gelecek nesillerin iradesine ipotek koymadır.”
Sözün anlamı ile sözü söyleyen kimliği ayrıştırılmadı. Tartışmanın yönünü, konuşanın, o sözün dışındaki hikâyesi belirledi.
Siyasetin ana eksenindekilerin, söylenenleri dikkate almadan yola devam etmeleri, sözü kendi etki alanına hapsetmeleri beklenirdi.
AK Parti ve MHP bunu yaptılar. Anayasa’nın ilk dört maddesindeki temel prensiplerle bir sorunları olmadığını açıkça dile getirdiler.
CHP popülizmin kolaylığına kaçtı ve tartışmayı, bu sözü muhatap alarak yapmayı tercih etti. Toplumun ve kendi taraftarlarının önünden gitme cesaretini göstermedi. Korkuları kışkırtarak günü kurtarmayı seçti.
CHP’nin peşine takılanlar da oldu. Yapıcıoğlu en derinde sakladığı ajandasını açık etmiş ve yakalanmıştı! Suçlamalar dalga dalga büyüdü. Gürültüden kimin ne dediği duyulmaz oldu. Bugünlerde, en iyimser deyişle; bu beklenmedik türbülansın geçmesini bekliyoruz.
‘Değiştirilemez’ hükmünün seyri
‘Değiştirilemez’ hükmü, 1924 ve 1961 anayasalarında birinci maddeyi, yani sadece ‘Cumhuriyet’i kapsıyordu. 1982 Anayasası’nda ona iki madde daha eklendi ve bir basamak yükseltildi. ‘Değiştirilemez’ hükmü, ‘Değiştirilmesi teklif edilemez’e evrildi.
Evrilmenin arkasındaki kasaturayla atılan imzayı tanıyoruz. Beş darbeci generalin tam karşımıza, yan yana dizildikleri fotoğraf çok eski değil. Cuntacıların isimlerini de çoğumuz hatırlıyoruz.
“Bir üst basamak var mıdır?”, “Bir üst basamak ne ola ki?” derken bugünlerde o da icat edildi. En açık hâliyle yazayım: ‘Değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği hususu tartışmaya dahi açılamaz.’
Aldığımız yol
Cumhuriyetin ilk yüzyılında (rakamla: 100) aldığımız yol meğer bu kadarmış! Masal gibi; “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik, bir de dönüp baktık ki; bir arpa boyu yol gitmişiz.”.
Yüz yılda ulaştığımız olgunluğa hiç prim vermiyoruz. “Ezberlerimizin ve korkularımızın duvarlarını yıkalım!” diyenlere güvenimiz yok. İlk üç madde konusunda, toplumdaki genel mutabakattan emin değiliz.
Yapıcıoğlu’nun ilk sözünü sonuna kadar sömüren çok da “Sorunumuz ilk dört madde ile değil, dördüncü madde ile.” açıklamasına itibar etmek yok.
Anayasa dâhil birçok konuyu, demokratik olgunlukla tartışabileceğimize inanmıyoruz.
Darbecilerin kırmızı çizgilerinin çemberinden çıkamama utancına devam mı? Niyet okumaya, siperlerden ateş etmeye devam mı? Bir masal anlatısı ile: Kırk döşeğin altındaki bezelye tanesinden rahatsızlık çıkarmaya devam mı?