Asya ve Avrupa’nın geçmişinde insanları tanrısallaştırma eğilimi vardır. Hindu, Budist ve Şaman rahipleri hala bu putçuluk denilen şahıslara tapınma ritüellerini devam ettirmektedirler. Tapınaklarında çok sayıda heykeller vardır ve önlerinde secdeye kapanırlar.
Avrupa’da ise bunun daha ilerisi görülmüştür. Ulul azm paygamberlerden bir tanesi olan Hazreti İsa’yı (haşa!) tanrılaştırmışlardır. Allah’ın emirlerini tebliğ eden bu peygambere gönderilen İncil; tahrif edilerek “Tanrının oğlu” yakıştırılması yapılmış yetmedi resim ve heykellerine her yerde tapınılmaya başlanmıştır.
Kısaca söylemek gerekirse Avrupalıların Asya putperestlerinden pek de bir farkları yoktur. İnsanlara tapmak ve heykelleri önünde diz çöküp boyun eğmek; ilkel pagan ayinlerinin bir devamıdır. Allah hepsini ıslah etsin!
İnsanları tapınacak derecede yüceltmek biz Türklerde de yaygın bir adettir. İslamiyet’in özü olan “tevhid” yani Allah’ın bir olduğu ve O’ndan başka ilah olmadığı gerçeğine karşı inat edip direnen çoktur. Her yere resimler yapıştırıp heykel dikmek; bir kısım insanların en önemli özelliği haline gelmiştir.
Hâlbuki nefes almaktan aciz ve en basit iş olan yeme içmesi bile Allah’ın kudretinde olan insanın, kendini “ilah!” yerine koyması; inanılmaz bir körlük ve cahilliktir. İnsanların çeşitli baskı yöntemleri ile emri altına aldığı kişilerin karşısına geçip ilahlık taslaması kadar ahmakça bir iş olamaz.
İşte kendini ilah yerine koyup insanları koyun sürüsü gibi kendine itaat ettiren bu şahısların en önemli icraatı heykel dikmektir. İnsanların toplu olarak yaşadıkları şehir hatta köylerin merkezlerine heykellerini dikerek belirli zaman aralıklarında bir çeşit tapınma ritüelleri gerçekleştirirler.
Gençliğinde komünistlerle kavga halinde bulunmuş birisi olarak çok önemli bir ibret dersi yaşamıştım. Marx, Lenin ve Stalin gibi komünist liderlerden nefret eder bu dinsiz kitapsız dünya görüşü ile mücadele ederdim. Zira “68 Kuşağı” adı verilen sosyalist ve komünist devrimciler, bu aziz vatanda çok kan dökmüş milliyetçi ve vatansever vatan evlatlarını ezmeye çalışmışlardı.
Fakat Sovyetler Birliği’nin dağılmak üzere olduğu 1990 yılında yaşadığım bir olay komünistlere karşı bakış açımı bir parça iyileştirmiş oldu. Sovyetler Birliği’nin Sivastopol şehrinde bulunan askeri limana gitmiştik. Gayret ve Yavuz isimli savaş gemilerinin 76 yıl sonra bu limana yaptığı ziyaret bir dostluk gösterisiydi.
Bu ziyaretin detaylarını “Bahriyede 15 Yıl” başlıklı kitabımda bulabilirsiniz. Lakin merasim kıtası komutanı olarak Diarama Meydanında yaptığımız tören geçişi, bende unutulmaz bir iz bırakmıştı.
Evet, gemilerimizdeki askerleri eğitmiş, çok gösterişli bir tören yapmış ve bunun güzel hatırasını yaşamıştım. Lakin tören yaptığımız yerde “meçhul asker” anıtı bulunmasını asla unutamamıştım. İşte dinsiz imansız komünistler, Lenin ve Stalin heykelleri önünde tören yaptırmıyorlardı. Bunun yerine vatanları için ölmüş ve adı şanı bilinmeyen askerleri adına dikmiş oldukları bir anıtın önünde saygı duruşu ve tören geçişi yaptırıyorlardı.
Maalesef benim ülkemde Çanakkale Şehitler Abidesi’nin olduğu bölgedeki şehitliğin başlangıç bölümünde yer alan “Meçhul Asker Mezarı” haricinde başkaca anıta rastlanmaz. Eğer var ise bunun sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bununla birlikte şehir meydanlarında hatta köylerimizin bir kısmında heykeller vardır. Önemli günler için buralarda yapılan törenlerde daima siyasi liderlerin adı tekrarlanılarak yüceltilir. Buna karşın vatanımız için şehit düşmüş askerlerimiz hakkında ciddi bir konuşma dahi yapılmaz.
Bu durumun ne derece çirkin olduğunu komünistlerden ders almıştım. İşte adı sanı bilinmeyen askerlerimize karşı gösterdiğimiz bu nankörlüğün apaçık bir şekilde ortaya çıktığı törenleri, devlet büyüklerimizin nazarlarına sunuyorum. Umulur ki benim ibret aldığım gibi heykeller yerine; meçhul asker anıtları yapılır ve kahraman askerlerimize karşı vefa borcumuz ödenmiş olur, vesselam…